google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Yoğunuz... Yoğunsunuz... Yoğunlar...

Gönülsüzlüklerimize ya da yetersizliklerimize kılıf bulmak istediğimizde…

Mahcubiyetlerimizi gölgelemek istediğimizde ya da…

Sıkça arkasına sığındığımız bir bahanemiz vardır: “Yoğunluk”


***


Ay inan çok meşguldüm, unutmuşum!

Başımı kaşıyacak vaktim yoktu, atlamışım!

İnan aklımdaydı, ama öyle yoğundum ki, dalmışım!


***


Mükemmel bir maskedir yoğunluk; samimiyetsizliğimizi gizleyen.

Harika bir kaçıştır yoğunluk; vicdanlarımızı rahatlatan.

Kendimizi ya da başkalarını kandırmak istediğimizde…

Ya da kandırdığımızı sandığımızda…


***


Yoğunluk, neredeyse kendimize itiraf edemediğimiz yetersizliklerimiz karşısında bir can simididir…

Hiç kitap okumayan birisini eleştirdiğinizde hep aynı nakaratı dinlersiniz.

“İnan öyle yoğunum ki, hiç vaktim yok.”

Karşınızdaki yalan söylediğini biliyordur, siz de kanmadığınızın farkındasınızdır aslında…

Dürüstçe “Yahu ben okumayı sevmiyorum” diyemez.

“Ne yapacağım kitap okuyup da” itirafında da bulunacak cesareti bulamaz.

Hemen koruma kalkanını çıkartır, “çok yoğunum, zaman bulamıyorum.”

Bu bahane aklı sıra aczini aklar.

Ya da öyle sanır, aldatır kendisini; başkalarını aldattığını sanarak.


***


Eski bir dostla karşılaşılır.

Anlatacak, paylaşacak birçok birikmiş vardır.

“Bir gün buluşup kahve içelim, bir şeyler yiyelim” denir.

Sözleşilir…

O meşhur ve malum “bir gün” gelmez ama asla.

Ve baksanız, tarafların ikisi de sözde çok meşguldür, yoğundur.

İkisi de “lafın gelişi, ayıp olmasın diye söyledim.” itirafında bulunamaz.

Hemen yoğunluk kamuflajı devreye girer.


***


Telefonla birisini ararsınız.

Yanıt veremez, açılmaz telefon.

Ya da “kabalığın” 21. yüzyıl versiyonu olan “meşgule atma”  yoluna gider karşınızdaki.

Beklersiniz, cevaben sizi arasın diye.

Günler geçer, aramaz.

Karşılaştığınızda anımsatırsınız, kırıldığınızı hissettirirsiniz.

Hemen sahneye çıkar yine o meşhur yalan.

“Ay, inan öyle yoğundum ki, unutmuşum”

Kuyruklu yalandır.

Whatsapp gruplarında bülbül kesilir, sanal ortamda gönderisine yapılan hiçbir yorumu yanıtsız bırakmaz…

Her şeye zaman bulur da; sizi aramaya zaman bulamaz!

Dürüstçe “evet aradın ama hiç seninle konuşasım yoktu, açmadım” ya da “aramak gelmedi içimden” diyemez karşınızdaki.

Çok yoğundum balonuna tutunup uçmaya, sıvışmaya çalışır.

Siz de buna inanırsınız, öyle mi?


***


Özel bir gününüz vardır…

Düğün, kutlama vs…

Davet edersiniz sevdiklerinizi, kâh bizzat arayarak kâh davetiye göndererek…

Altına, nal büyüklüğünde harflerle “LCV” (Lütfen Cevap Veriniz) ibaresi eklersiniz hatta.

Davete icabet etmek nezakettendir, mazeret bildirmek ise asaletten.

Günler sonra karşılaştığınızda ve neden gelmediğini sorduğunuzda yine aynı psikolojik savunma mekanizmasıyla karşılaşırsınız…

“İnan çok gelmek istiyordum ama öyle yoğundum ki…”

Hakikatli bir yoğunluk belki haklı bir gerekçe olabilir.

De…

Davete teşekkür etmek?

Mazeret bildirmek?

Kaç saniye sürer ki?

Ama hayır!

Yoğunluk sözüm ona aklar aczinizi…

Gizler kabalığınızı…

Ya da öyle sanırsınız, kendinizi kandırırsınız…


***


Bir elektronik posta gönderirsiniz...

En azından ulaştığını, okunduğunu bilmek istersiniz.

Bir iki cümlelik de olsa bir yanıt beklersiniz.

Gelmez…

Dayanamayıp telefonla arar, anımsatırsınız.

“Bir email göndermiştim… Yanıt bekliyordum…”

Bir anda muhatabınız, başından aşağı kaynar sular dökülmüş pozuna girer.

“Yahu nasıl unuttum… Tüh… Özür dilerim… Çok yoğundum, atlamışım…”

Vs… 

Bir tiyatrodur aslında sergilenen…

Oyuncunun da seyircinin de farkında olduğu…

Ya da nezaketen kabullenilen bir aldatmaca…


***


Avrupalıların çok sevdiğim bir sözü vardır.

“Zamansızlıktan yakınma, kötü (yanlış) zaman yönetiminden yakın” der batılılar.

Yoğunluk denen bir şey yoktur…

Yoğunluğu asla bir bahane olarak kabul etmem…

Ahkâm kesmiyorum…

Büyük de konuşmuyorum…

Bunu, uzun yıllar, pazar günleri ve resmi tatiller dahil,  günde 16 saat çalışmış birisi olarak açık açık iddia ediyorum.

Evet, yoğunluk yoktur.

Öncelikler vardır.

Hayatımızı yönlendiren aslında yoğunluğumuz değil, önceliklerimizdir.

Sizi telefonla arayan bir dostunuzu cevaben aramıyorsanız.

Sizi yanında görmek isteyen bir arkadaşınıza birkaç dakikanızı bile ayırmıyorsanız.

Birçok anınız olan sevdiğinizin son yolculuğuna katılmak için beş dakika bile yaratamıyorsanız…

Yoğunluk sadece bahanenizdir.

Vicdanınızda kendinizi aklama çabanızdır.

Herkes önceliğini kendi belirler…

Geri kalanlar ise topyekûn  “sonralık” statütüsündedir…


***


Ama o yoğunluk maskesi gün gelir vurmaya başlar yüzünüzü…

Vicdanınıza çektiğiniz “meşguliyet” bendi, yıkılır, altında kalır insan…

Ve yoğunluk bahanesinin arkasına saklanarak ötelenen şeyler bir gün pişmanlık olarak çalar kapınızı.


***


Ziyaretine gitmeyi hep ertelediğiniz bir büyüğünüzü artık ancak kabristanda ziyaret edeceğiniz gerçeğiyle yüzleşmek kahreder sizi.

Size ihtiyacı olan sevdiklerinizi ihmal etmenin bedeli bir gün yalnızlık olarak çalar kapınızı.

Bulunmanız gereken bir ortamda bulunamamış olmanızın pişmanlığı hiç terk etmez yüreğinizi.

Cevapsız çağrılar uyarısına kayıtsız kaldığınız telefonunuz çalmaz olur bir gün…


***


“Gürültü ve patırtının ortasında sükûnetle dolaşmayı” öğütler bir tapınak yazıtı.

Yoğunluk arasında insanın sevdiklerini, önceliklerini ihmal etmemesi olarak da yorumlanabilir bu öğreti.

Erdem, zorluk altında kendisini belli eder.

Saygı ve takdir ise yoğunluk altında…

Birisine gerçekten değer verip vermediğinizin göstergesi de yoğunluğunuz içinde ihmal edip etmediğinizdir son tahlilde…


***


Yoğunluk insanın yarattığı bir uydurmacadır…

İnsanlığa, dostluğa, sevgiye ayrılacak zaman her zaman vardır.

Tabii öncelikleriniz arasındaysa bu duygular…

Teşekkür kelimesi topu topu 8 harftir.

Özledim yalnızca 7…

Affet 5...

Vefa ise sadece 4…



YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...