google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Yarına Ertelenmiş Sözler

Leo Buscaglia’nın zamanında büyük ilgi gören kitabı “Yaşamak, Sevmek Ve Öğrenmek”te bir şiir vardır…

Bir genç kızın Vietnam’a savaşmaya giden sevgilisine yazdığı şiirdir bu…

Sevgilisinin kendisini için yaptığı özverileri, iyilikleri arka arkaya sıralar şiirinde genç kız.

Yaptığı hatalar karşısında erkek arkadaşının beklediği reaksiyonların tam tersini vermesi neticesinde duyduğu suçluluğu anlatır.

“Çok şey vardı benim de senin için yapmak istediğim” der son dizesinde…

Ve “dönmedin oysa” diye biter şiir…

Ölmüştür savaşta sevgilisi…

“Pişmanlığın” en yalın ifadesidir bu…


***


İnsanın kaçamayacağı yegâne şey vicdanı…

Ve “vicdan azabı”, kişinin aklanamayacağı yegâne suç…

Haddizatında “vicdan azabı” dediğimiz şey pişmanlığın ta kendisi değil mi?

Bazen yaptıklarımızın bize yaşattığı pişmanlıklar…

Bazen ve çoğu zaman ise yap(a)madıklarımızın.


***


Hayatta hiçbir şeyden pişmanlık duymadığını söyleyenler bilin ki yalan söylerler.

Keza, insanlara gününü gün etmesini; yarınlarına pişmanlık taşımamasını öğütleyenler de.

İmkânsızdır bu bence…

Hayaldir…

Kimisinin az, kimisinin çok;  ama sonuç olarak herkesin pişmanlıkları vardır.

Bu pişmanlıkların sayısını azaltmak belki mümkün, insanın elinde...

Ama pişmanlığı ortadan kaldırmak imkânsız…


***


Yaptıklarımızın pişmanlığı mı daha ağırdır, yap(a)madıklarımızın mı?

Bu sorunun yanıtı görecelidir…

Ama ben, insanın yapamadıklarından duyduğu pişmanlığın içinde daha derin yer tuttuğuna inanırım.

Yaptığımız hataların yaşattığı pişmanlıklar hiç olmazsa bize ders olmuştur…

Dersimizi aldıysak, tekrar etmeyiz en azından.

Geri dönüp değiştirmek mümkün olmasa da aynı hatayı yinelemediğini bilmek, rahatlatır nispeten insanın vicdanını…

Peki ya “yapılamamış”ların pişmanlığı?


***


İki şeyin içinde ukde kalması ağır gelir insana…

Yap(a)madıkları ve söyle(ye)medikleri…

Bu iki pişmanlık asla terk etmez insanı…

Ne kadar günah çıkartmaya çalışsa da kendisiyle baş başa kaldığında, hesabını veremez bu pişmanlıkların.

İkisi çok farklı şeylerdir aslında…

Yap(a)madıklarımız için hafifletici sebeplerimiz vardır her zaman…

Zira yapamadıklarımızın sebepleri bazen bizden bağımsız olabilir…

Sahip olduğu olanaklar, içinde bulunduğu koşullar izin vermez bazen insana.

Olanağı olmamıştır örneğin…

Ve yapamamıştır…

Veya başaramamıştır; başaramamak da insana mahsus değil mi sonuçta?

Çok istemesine rağmen, tüm dünyayı gezememiş olabilir mesela…

Hayallerini süsleyen eve, işe, eşe sahip olamayabilir örneğin…

Parasız pulsuz geçirebilir tüm ömrünü…

Arzuladığı hayatın kıyısından bile geçemeyebilir insan.

Olanaklarla sınırlıdır hayaller bir yerden sonra…

Ne kadar çabalarsa çabalasın olmayabilir…

İçinde kalır…


***


Ama söyleyememek…

O farklıdır işte…

Yutulan sözlerin hazmı imkânsızdır.

Yüreğine oturur insanın.

Ya da dillendirilememiş itirafların…

Ya da cesaret edilemeyen söylemlerin…

Ya da asla gelmeyecek bir yarına ötelenmiş, ertelenmiş sözcüklerin…

Her ne kadar, “Sana söylemek istediğim en güzel söz henüz söylememiş olduğum sözdür” dese de Nazım, o “henüz” de takılı kalır pişmanlık aslında.

Henüz fırsatı varken söylenemeyen o sözler değil midir, zaman geçtikten sonra en çok içimizi acıtan.

Hele ki geriye dönüp söylemeye fırsatınızın artık olmadığını biliyorsanız…

Söyleyeceğiniz o kimse artık yoksa örneğin…

Vefat etmiş ya da çok uzaklara gitmişse ya da…

Söyleyesiniz dahi bir manası kalmamışsa hele…


***


Yarına ertelenen sözlerin pişmanlığıyla baş başa kalmanın acısı çok derindir.

Bunu biliriz bilmesine, ama yine de erteleriz.

Kimi zaman cesaret edemeyiz söylemeye…

Örneğin aşık oluruz, ama itiraf edemeyiz hislerimizi.

Her mutsuzluğumuzda anımsarız o aczimizi, “keşke söyleyebilseydim” deriz ama geçmiştir artık.

Dostumuzun bir yanlışını görürüz mesela, ama susarız,  “yanlış yapıyorsun” diyemeyiz; “kötü” olmamak için…

Çekiniriz…

Ama dostumuzu bu hatasının faturasını öderken gördüğümüzde zamanında yapamadığımız o uyarının pişmanlığı kaplar içimizi…

Patronumuz bir jest yapar “seni seviyorum” diyemeyiz mesela, utanırız…

Ya da tam tersi, bir haksızlığa uğradığımızda yutkunuruz, sesimizi çıkaramayız müdürümüze karşı…

Sevgimizi de, tepkimizi de öteleriz yarına…

Dolu dolu bir "haydi oradan" demek gelir bazen içimizden..

Ya da yürekten bir "helal olsun."

Yutkunuruz...

Hissederiz ama söyle(ye)meyiz..

Veya hiçbir maksadı olmayan ertelemelerimiz de olabilir…

Hayattayken sevdiklerimize yapamadığımız itiraflar gibi…

Hiç kaybetmeyeceğimizi sandıklarımıza söylemek isteyip de ertelediğimiz sevgimiz gibi örneğin…

"Nasılsa bir gün söylerim."  deriz…

Yarına erteleriz…

O yarın gelmediğinde ise vicdan azabı çalar kapımızı…

Mümkün olsa neler neler vardır söyleyeceğimiz…

Ama söylenecek kişi(ler) yoksa artık yanımızda…

O ertelediğimiz yarın “bugün” utancımız olur…

Zamanında söyleyemediklerimiz ise kabristandan yükselen bir ağıttır artık...


***


Yapamadıklarımız için hayata keseceğimiz faturalarımız olabilir.

Ama, söyleyemediklerimiz için hiç kimseye, hiçbir şeye kusur bulamayız…

Sadece bizim suçumuzdur söyleyemediklerimiz…

İşimize gelmese de kabul etmek; söylediklerimiz kadar söyle(ye)mediklerimizden de sorumluyuz aslında…

Tanrı hatalarımızı affeder belki…

Ama pişmanlıklarımızla yüzleşirken yalnızız…

Yapamadıklarımızdan ötürü bir gün belki bağışlayabiliriz kendimizi…

Kabullenebiliriz yetersizliklerimizi…

Ama söyleyemediklerimiz, yüreğimize saplı bir bıçaktır her zaman…

Her anımsadığımızda içimizi daha da kanatan…



YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...