google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Vizyoner Milliyetçilik

Bir Avrupa ülkesinden misafirlerim gelmişti.

Havaalanına gittim karşılamak için.

Servis otobüsünün kalkmasını beklerken, kapının önünde bir süre ayaküstü sohbet ettik…

Misafirlerimden biri sordu: “Siz, ülkenizin "milliyetçi"lerindensiniz sanırım”

Nasıl böyle bir fikre kapıldığını merak ettim, sordum…

Açıkladı: “Servisin hareket etmesini beklerken içtiğiniz sigaranın izmaritini hiç üşenmeden uzaktaki çöp kutusuna atıp geldiniz. Bizim kültürümüzde ülkesini bu kadar koruyan, kollayan kimselere “milliyetçi”denir…

Açıkçası, milliyetçiliğin şimdiye kadar duyduğum en güzel tanımıydı bu…


***


Tarihçiler “milliyetçi duruş”a ilk örnek olarak M.Ö. 17. Yüzyılda Hyksos Kavmi’nin, işgal ettiği Mısır’dan kovulmasını gösterirler.

Bunu da Mısırlıların milliyetçilik hisleriyle bağlantılandırırlar.

Milliyetçilik kavramı tarih içinde farklı evrelerden geçti. 

Orta çağda kriter milliyet değil “din”di mesela… 

Aynı dine mensupluk milli duyguların buluştuğu ortak payda kabul edilmişti.

Fransız Devrimi’nin ardından milliyetçilik günümüzdeki bilindik anlamıyla anılmaya ve yaşanmaya başladı.


***


1770’lerin sonunda ilk kez Alman düşünür Johann Gottfried von Herder kullanmış “milliyetçi” kelimesini…

Muhtemelen Gottfried bu kelimeyi literatüre sokarken nasıl bir anlam karmaşasının fitilini ateşlediğinin farkında değildi.

Halk arasında “hangi meyvenin niyetine yersen onun tadını verir” derler muz için.

Milliyetçilik de muz gibi, anlam karmaşasından fazlaca nasibini alan bir kavram.

Örneğin, “ne güzel bir ülkem var.” dediğinizde tamam,“milliyetçi”sinizdir…

Ama “benim ülkem tüm diğer ülkelerden çok daha güzel.” dediğinizde, yani diğer ülkeleri küçümseye başladığınızda milliyetçiliğin bir üst perdesine çıkmaya başlarsınız…

Ve en nihayet “Sadece benim ülkem güzel, diğerleri beş para etmez” demeye başlarsanız artık olay milliyetçiliği aşar, şovenizmin sınırlarını dahi zorlayıp, kısmen faşizme kadar uzanır…

Milliyetçilik işte böyle sınırları çok ince çizilmiş bir olgu…

Bu yüzden de suistimale açık.

Milliyetçiler var…

Milliyetçi geçinenler var…

Ha, bir de milliyetçilikten geçinenler var…


*** 


Yalnızca kökene, soya odaklı bir vizyonla sınırlı tutabilir miyiz milliyetçiliği?

Bu perspektiften bakarsak, çağın gerisinde kalmış olmaz mıyız?

Günümüzde “pür” ırk kalmış mıdır?

Dünya tarihinde birçok göç olayı yaşanmışken, yıllar süren işgaller, sanayi devriminin ardından başlayan sömürgecilik furyası vs. derken karışmamış ırk kalmış mıdır bu dünyada?

İmkânsız…

Arthur de Gobineau gibi uçuk ırkçı yaklaşımların peşinden gidenler de olmuştur elbette…

Yani, milliyetçiliği genetik unsurlara endeksleyen zihniyetler de var olmuştur… 

Bugün bile vardır bu hastalıklı düşüncenin kalıntıları ne yazık ki.

Ama “o kafa”nın dünyaya yaşattığı acılar da hala hafızalarda tazedir…

Bu anlamda bir milliyetçilik günümüzün milliyetçiliği olabilir mi?

Ol(a)maz tabii ki…

İnternet, kültürel anlamda tüm dünyayı buluşturmuşken…

Dünyanın bir ucundan diğerine gitmek böylesine kolaylaşmışken…

21. yüzyıl kendi ortak değerlerini belirlerken…

Vizyonsuz ve iflas etmiş milliyetçi görüşlerin savunuculuğunu yapmak çağın gerisinde kalmak değil midir?


***


Günümüzde içerik ve sorumluluk bağlamında milliyetçiliğin yüklendiği anlam çok daha derin…

Milliyetçiliği sadece “milletini çok sevmek” olarak adlandırmak aşırı yüzeysel kalıyor.

Naif, gerçek anlamda milliyetçilik “neden benim ülkem daha iyi bir noktada olmasın?” sorusuyla başlıyor aslında…

İşte bu noktada ayrışıyor klasik milliyetçilikle, vizyoner milliyetçilik…

“Biz şöyle büyük milletiz” veya “mazimizde böyle büyük zaferler var” demek düşünsel mastürbasyondan öteye geçmiyor çünkü…

Önemli olan bugün hangi zaferlere imza atabildiğiniz…

Geçmişte takılıp kaldıysanız, nostaljik gururunuz ancak ülkenizi olduğu yerde saydırıyor…


***


Sizin ülkeniz bilimde, sanatta, kültürde tüm dünyaya örnek oluyor mu?

Sizin ülkenizdeki okullarda çağdaş normlarda bir eğitim veriliyor mu?

Başka ülkelerin vatandaşları sizin ülkenizde yaşamak için can atıyor mu?

Vatandaşlarınız bir başka ülkeye gittiğinde saygınlık ve değer görüyor mu?

Ülkeniz evrensel kültüre, diğer ülkelerle eşdeğer bir katkı sağlıyor mu?

Tüm dünyanın tanıdığı, bildiği sanatçılarınız, bilim insanlarınız, düşünürleriniz var mı?

İşte vizyoner milliyetçilik bu noktada başlıyor bence…

Övünmek kadar sorgulamayı da gerektiriyor gerçek milliyetçilik.

Özünde vatanseverlik olmayan bir milliyetçiliğin içi boştur…

Samimi vatanseverlik ise kişinin ülkesinin daha iyi olmasını istemesidir.

Mahatma Gandi “Ben Hindistan’ın gelişmesini dünyaya daha çok faydalı olması için istiyorum” derken yaklaşımıyla vizyoner milliyetçiliğe güzel bir örnek olmuştur.

6 Haziran 1945’te atılan atom bombasıyla 140 bin vatandaşını yitiren, yerle bir olan Japonya’nın bugün ulaştığı nokta, işte bu tarz bir milliyetçiliğin, ulusal gururun eseridir.


***


Büyük Atatürk milliyetçiliği tanımlarken “Türk Milliyetçisi, gelişme ve ilerleme yolunda ve uluslararası ilişkilerde bütün çağdaş milletlere paralel olarak, onlarla bir uyum içinde yürüyecektir.” diyor.

Bu da eğitimle, entelektüel donanımla olur elbette.…

Okumadan..

Dil bilmeden…

Dünyayı tanımadan…

Başka kültürleri de öğrenmeden…

Diğer uluslara da saygı duymadan…

Vizyoner milliyetçilik olmaz…

Sadece ülke sınırları arasında sıkışıp kalan milliyetçilik bir vizyon sunabilir mi?

 “Sen, ben, bizim oğlan” haricinde kime bir mesaj verebilir?

O yüzden, milliyetçiliğin bir vizyon sunabilmesi aslında evrenselliğin bilincine varmakla mümkündür.


***


Yeter mi?

Yetmez…

Milliyetçilik en naif anlamıyla kişinin ülkesini sevmesiyse…

Örneğin, çöpünü yere atan…

Oy kullanmaya gitmeyen…

Vergi kaçıran…

Parasını başka ülkelerin bankalarında tutan…

Okumayan, öğrenmeyen…

Ülkesinin sanatçılarına, yazarlarına sahip çıkmayan…

Dilinin yazım kurallarını bilmeyen…

Milli gururu sadece uluslararası sportif zaferlere endeksleyen…

Ve hepsinden önce ülkesinin yarınları adına endişe duymayan…

Yanlış bir şey gördüğünde sesini çıkarmayan…

Çıkıp da ben “milliyetçiyim” diyebilir mi?

Milletini, ülkesini sevmekten bahsedebilir mi?


***


Amerikalı diplomat Daniel Fried bilindik, klasik milliyetçi yaklaşımı sahte alkole benzetir, “Önce seni sarhoş eder, sonra kör eder, en nihayet öldürür” der.

Klasik milliyetçi ne olursa olsun ülkesiyle gurur duyar…

Ülkesini eleştiren herkesi daha ne dediğini bile dinlemeden “tukaka” ilan eder, “siz önce kendinize bakın” der…

Hep geçmişe göndermeler yapar, geçmişte donar kalır…

Bugüne fokuslanmayı unutur ya da ihmal eder…

Ama vizyoner milliyetçi ülkesinin doğrularıyla gurur duyarken yanlışlarını da sorgular.

Klasik milliyetçi “geçmişi şanlı bir milletiz biz” der.

Vizyoner milliyetçilikse, odağına “yarın”ı yerleştirebilen;  o şanlı geçmişi, geleceğe de taşımayı hedefleyen bir düşünce disiplinidir…



YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...