google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Targigrades

Bir süre önce bilim adamları "Targigrades" adını verdikleri mikroskobik bir canlı keşfettiler.
Targigrades mucizevî bir biçimde, her koşul altında hayatta kalabiliyordu.
Ölmüyordu meret!
Öldürülemiyordu.
“Hadi canım, olur mu öyle şey?” dedi bilim adamları.
Targigradesi öldürebilmek için her yolu denediler.
100 derecede kaynattılar.
Eksi 272 derecede dondurdular.
Helyum, karbonik gaz ve hidrojen verdiler.
Saf alkole, etere batırdılar.
6 bin atmosfer basıncıyla ezmeye çalıştılar.
Ama ı ıh!
Targigrades “bana mısın” demedi.
Ölmedi.
Öldüremediler…
***
Türkiye’de yazarın durumu da 'targigrades’den farksızdır.
Körler çarşısında ayna satmak gibi bir şey bu ülkede yazı yazmak.
Yazarak halkı aydınlatmaya çabalamak, keller diyarında tarak satmakla eşdeğer.
Talep yok.
Ama arz var.
Yine de var.
İyi ki de var.
Ve her şeye rağmen de sürüyor.
Şükür ki sürüyor…
***
DESAM (Demokrasi ve Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi) tarafından hazırlanan Ar-Ge raporuna göre AB ülkelerinde kitap okuma oranı yüzde 21.
Türkiye’de kaç biliyor musunuz?
Yüzde 0.01.
Türkiye, kitap okuma oranında dünya ülkeleri arasında 86'ncı sırada.
Bizimle aynı sırayı paylaşan ülkeleri merak ediyor musunuz?
Gambiya, Fildişi Cumhuriyeti gibi Afrika ülkeleri.
Daha da trajik olanı ne peki, biliyor musunuz?
En çok okunan kitaplar hangileri mi?
Fıkra kitapları, namaz hocası, dua kitapları ve aşk kitapları.
Şimdi gelin bu ülkede yazı yazın, halkı aydınlatmaya çalışın.
Bu tabloya baktığımızda Türkiye’de kimsenin yazı yazmaması lazım aslında.
İnsanların okumadığı bir ülkede yazı yazmak entelektüel bir mastürbasyondan öteye geçebilir mi?
Ama hala direniyor yazar.
Hala umut var yazarın içinde.
Hiç yoksa umudunu yazmaya çabalıyor…
***
Bazen sorarlar “İnsanların okumadığı bir ülkede yazar olmak nasıl bir duygudur?”
Çok kibarca sorulmuş bir sorudur aslında.
Sorunun gerçeği şudur “Kardeşim okuyan yok, neden yazıyorsun?”
Meşhur bir öyküyle yanıt veririm bu soruyu soranlara.
Adamın biri sabaha karşı sahilde yürümektedir.
Bomboş kumsalda denize bir şeyler fırlatan bir çocuk görür.
Ne yapıyorsun der?
“Az sonra güneş çıkacak, sular çekilecek. Ölmemeleri için denizyıldızlarını suya atıyorum”
Adam çocuğun çabasını nafile bulur, sorar: “Yahu kilometrelerce uzunlukta bu sahil. Binlerce denizyıldızı var karaya vuran. Ne fark edecek ki?”
Çocuk bir denizyıldızını daha fırlatır ve şöyle der: “Onun için fark etti ama”
İşte bu yüzden yazmak her şeye rağmen onurlu bir çabadır…
“Nasılsa okuyan yok” demek yazarın kendisini inkâr etmesidir.
Sadece bir kişiyi bile düşündürebilmiş olması dahi yazarın zaferiyle buluşmasıdır aslında.
Hep şu fikri savunmuşumdur: “Ben, beni kaç kişinin okuduğuna değil, kaç kişinin anladığına bakarım”
O yüzde 0.01’in içinden kazanılmış bir tek kişi bile yarınlara yakılmış bir mumdur.
O yüzde 0.01’in birazcık dahi artması gelecek için duyulan umudun ta kendisidir aslında.

***
Niye okumadığımız konusu aslında çok kapsamlı bir tartışmadır.
Ama bence, asıl suçlu genci okumaktan soğutan eğitim sistemidir.
“Mefâilün fâilün” ile beyinleri doldurmanın…
Sadece sınav kazanmaya endeksli içi boş eğitim anlayışının ektiği tohumların boy vermesidir bugün gelinen nokta.
Geçenlerde bir arkadaşım edebiyattan kırık not alan kızına öğüt vermemi istedi.
Hiç kitap okutamıyorlarmış kıza.
“Edebiyat dersinde ne öğreniyorsunuz?” diye sordum.
Servet-i Fünun Edebiyatı ile Tanzimat Edebiyatı’nın karşılaştırmasını sormuşlar sınavda.
“Hala mı?” dedim kendi kendime.
Gördüm ki aradan 30 yıl geçmiş ama kafa hala aynı kafa.
Bu kafanın yetiştirdiği nesillerin okumayı sevmemesi öyle doğal ki.
Bizim nesil belki bir açıdan şanslıydı.
Teksas, Tommiks, Zagor okuyarak geçti çocukluğumuz.
O bile bir “şey”di aslında.
Hiç olmazsa okuma eylemiyle ilk temastı.
Çocuk dergileri vardı.
Yeni yetişen neslin olanakları çok daha fazla.
Ellerinin altında, “cep”lerinin içinde bilgisayar var, internet var.
Ama neye yarar doğru kullanılmadıkça.
Haydi, eğitim sistemi okuma aşkını aşılayamıyor.
Hiç olmazsa informal eğitimle, yani aile ortamında verebilsek bu sevgiyi.
Ama o da mümkün değil.
Örnek mi?
Sigara içen bir baba, elinde sigarayla çocuğuna “sakın içme, görmeyeyim ha!” dese çocuk bunu ciddiye alır mı?
Anne babasını elinde bir kez dahi kitapla, kitap okurken görmeyen bir çocuğa “kitap oku” demek de aynıdır aslında.
“He he” der yine bildiğini okur, yani okumaz!

***
Kendisini dini değerlere bağlı, muhafazakâr görenler kutsal kitabın ilk emrinin “oku” olduğunu da bilmezler mi?
Bal gibi de bilirler…
Ama işlerine gelmez…
Aklın yolunu tutmuş, çağdaşlığı savunanlar Atatürk’ün cephede bile kitap okuduğunu bilmezler mi?
Bilirler bilmesine.
Ama okumadan Atatürkçü olunamayacağını bilmezler.
Ya da bilmek istemezler.
Birçok değerde ayrışan bir toplumun, istisnasız her kesiminin buluştuğu tek ortak paydadır "okumamak."
Türkiye fakirliğe değil cahilliğe karşı verdiği savaşı kaybetmiştir.
Bu yüzden değişmiştir ama geliş(e)memiştir Türkiye.

***
Toplum olarak iki kavramın arkasına saklanmaya bayılırız.
Biri garibanlık edebiyatı, diğeri ise zamansızlık bahanesi…
Okumayı sevmeyenlerin diline pelesenk ettikleri iki “yalan”dır bu.
Kitap dediğiniz şey günümüzde bir paket sigaradan bile ucuzdur.
İnternette hiçbir bedel ödemeden okunabilen e-kitapları söylemiyorum bile.
Herkes, her gün sosyal medyaya zaman ayırmasını bilir.
Akşam takip ettiği içi boş dizileri izlemek için de.
Kahveye gitmek, takımının maçını izlemek için de.
Ama iş “neden okumuyorsun”a gelince herkes zaman fukarasıdır.
İki bahane de yalandır.
Psikolojik savunma mekanizmasından ibarettir.
***
Okumayan toplumların hazin sonu bellidir.
Sorgulamayı unutur.
Eleştirmez.
Kendisini kandıranlara direnç gösteremez.
Beyni saçmalıklarla uyuşturulur.
Peki, ne yapar?
Uyur!
Toplum “bırak beni, uyumak istiyorum” diyorsa…
Siz gözüne ışık tuttuğunuzda kızıyorsa…
Hatta üstelediğinizde direnç gösteriyorsa…
Uyanmamakta direniyorsa…
"Don Kişot"luğa öykünmektir yazmak.

***
İşte bu toplumda yazarın durumu “targigrades”ten farksızdır.
Şükür ki her yolu deneseler de yok edilemiyor…
Her şeye rağmen hayatta kalıyor targigrades…
“Mum olmak kolay değildir; ışık saçmak için önce yanmak gerekir.” diyor Mevlana.
Ateşler içinde yansa da targigrades, ölmüyor, öldürülemiyor.
Ve targigradesin yaşama bağlılığı hala yarınlar için bir umudun olduğunu gösteriyor.




YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...