google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Sevginin Tahlili

Felsefe yolculuğu, insanın düşüncelerini, hislerini sorgulama gereği duymasıyla başlar.

Zor gelir çoğu zaman.

Kolaycılığa meyillidir zira insanoğlu…

Yüzeyselliğin konforu cazip gelir her zaman.

Dalgasız, sığ denizlerde yüzmenin verdiği rahatlık ve güven misali…

Oysa sorgulamadan ne adlandırmak, ne anlamlandırmak mümkün hayatı…

Yılları tüketmek ve yaşamak kavramları da bu noktada farklılaşıyor işte. 


***


Restoranda yemek yemeye benzer biraz yaşamak.

Garson yemeği masanın üzerine bırakır…

Kimileri sadece yer, tadını çıkartır yemeğin.

Yemek biter, keyif de biter...

Ama bazıları yemekte aldığı tatların peşine düşer.

Ne vardır yediğinin içinde?

Hangi baharatlar eklenmiştir örneğin yemeğin sosuna?

Hangi yağ kullanılmıştır, ne kadar pişmiştir, nerede pişmiştir? 

Sadece yemeği yiyip gidenin aldığı keyif anlıktır. 

Ne yediğini, bu lezzetin nasıl oluştuğunu merak edip öğrenmek isteyenlerse yaşadığı keyfi içselleştirir.

Karın doyurmak ve yemek yemek farklı şeylerdir. 

Birisi sadece bir ihtiyacın giderilmesi, diğeriyse bir duygunun, olgunun ya da olayın hakkını vermektir.

İnsan ruhunu da aynı perspektiften incelersek, neyi, neden hissettiğini bilmeyen insan yaşadığının gerçek tadına ulaşamaz.

Yaşamıştır sadece…

Hissetmemiştir oysa…


***


Hal böyleyken, tüm sorgulamaların özünde, odağında “sevgi” kavramı bulunur.

Felsefe pınarı sevgi kaynağından çağlar.

Kaldı ki felsefe kelimesinin etimolojisinde bile “sevgi” vardır…

“Bilmeyi sevmek” anlamına gelir felsefe…

Daha antik çağlarda başlamış sevginin sorgusu.

Felsefenin duayenleri Sokrates, Platon, Aristo sorgulamalarına sevgiden başlamışlar.

Önce sevgiyi tanımlamaya çabalamışlar.

Sevginin nasıl oluştuğunu, sebeplerini bulmaya çalışmışlar.

Bulabilmişler mi?

Hayır…

Biz bulabildik mi?

Daha doğrusu arıyor muyuz?

Sevginin hakkını gerçekten veriyor muyuz?

Yoksa ezbere mi seviyoruz? 


***


Karşılıksız sevgi olur…

Beklentisiz sevgi de olur…

Peki ya “Sebepsiz sevgi”?

Sanmıyorum…

Sevgi sonuçtur…

Her sonuç bir sebebin ürünüdür.

Sebep yoksa sonuç da olmaz.

Sevgi de belirli sebeplerin sonucudur.

Sebepsiz yere birisinin ne bir başkasını ne de bir şeyi seveceğine inanırım.

İletişim bilimine göre konuşursak, sevgi bir “geri bildirim”dir.

Herhangi bir kişinin, durumun, olgunun ya da bir şeyin, size hissettirdiklerine verdiğiniz yanıttır sevgi.

Örneğin çiçeğe duyulan sevgi aslında o çiçeğin sizde uyandırdığı hislere yanıtınızdır.

Bir kişiyi ya da olguyu değil;  üzerimizde yarattığı etkiyi severiz aslında.

Misal, “insanları sevmek” dediğimizde kastettiğimiz aslında insanlar değil, insanlar için bir şeyler yapmanın bize yaşattığı duygudur.

Zamanında çok sevdiğimiz birisini artık sevmediğimizi hissediyorsak bunun sebebi de bellidir…

Üzerimizde sevgi hissini doğuran etki kaybolmuştur.

Deyim yerindeyse, büyü bozulmuştur…

Sebep ortadan kalktığı için de sonucun hükmü kalmamıştır.


***


Kayıtsız şartsız sevmeyi öğütleyen, hatta “dikte eden” kimseler vardır çevremizde.

Kuşu sev, böceği sev, insanları sev…

“Sevgi pıtırcıkları” diye adlandırırım onları ve samimiyetsiz bulurum.

Metazori ve suni sevgi telkinleriyle içini boşaltırlar gerçek sevginin…

Sosyal hayatta da sürekli aynı baskıyla karşılaşmaz mı insan?

Kardeşini sevmelisin…

Akrabanı sevmelisin…

Öğretmenini sevmelisin…

Arkadaşlarını sevmelisin…

Sevmek dayatılan bir zorunluluk haline dönüşür bir şekilde. 

Sevmek insanın en özgür kararıdır oysa.

Kimse kimseyi sevmeye zorlayamaz…

Kimse bir başkasına kimi seveceğini söyleyemez. 

Kimi seveceğine karar vermek kişinin bireysel özgürlüğüyse…

Kimi sevmeyeceğine karar vermesi de en tabii hakkıdır doğal olarak.


***


Hiç kimse herkesi ve her şeyi sevemez.

Sevdiğini söylüyorsa, yalandır.

Sevdiğini düşünüyorsa da kendisini kandırıyordur.

Yunus Emre’nin “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” yaklaşımı ütopik bir beklentidir bence.

İnsanoğlu bütün eylemlerinde olduğu gibi severken de kişisel özelliklerini dışa vurur.

Karakterini gömer insan sevgisinin içine, erdemlerini saklar.

Kimi ve neyi sevdiğimiz, kim olduğumuzu da ortaya koyar.

O yüzden değil midir sevginin göreceliliği?

Dolayısıyla herkesi ve her şeyi sevmek kişiliksizliktir bu bağlamda.

Herkes tarafından sevilmek, sevilmeyi beklemek de…

Nasıl ki kimi sevdiğiniz “siz”i anlatıyorsa kimin tarafından sevilmediğiniz de bir göstergedir bu bağlamda. 

İstisnasız herkesi seven veya herkes tarafından sevilende bir duruş, bir ilke problemi vardır bence.



***


Bazen ortak yaşanmışlıkların, paylaşımların ürünüdür sevgi…

Bazen de üzerinde uzlaşılan ortak doğruların.

Bu ortak paydalar yoksa sevgi de doğmaz.

Doğsa bile bunun adı gerçek anlamıyla “sevgi” değildir.

Sevgi “hak edilen” bir şeydir son tahlilde.

Anne baba bile, evladının sevgisini, hak ederek kazanır.

Başından attığı, halini hatırını bile sormadığı çocuğunun kendisini sevmesini nasıl bekler örneğin ebeveyn?

Sadece dünyaya getirmiş olmak yeterli midir sevilme imtiyazını talep etmek için?

Bence hayır…

İnsan kardeşini de sevmeyebilir pekâlâ.

Bazen bir dost, kardeşin çok daha üzerinde değer taşımaz mı insan için?

Sevgide genelleme de yapmak yanlış, zorlama da...

Sadece anne baba, eş, kardeş, akraba diye sevmek zorunda değildir insan başkasını.

Sevgi hayatlarımızdaki kimselerin unvanlarına göre değil, bize hissettirdikleriyle oluşur.

Sevgi, kimi ve neden sevdiğimizin bilincine vardığımızda gerçek değerini bulur.

O bilinç doldurur sevgi kavramının içini.

Sevgi o zaman bir anlam ve değer taşımaya başlar.


***


“Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey.” diyor Sait Faik.

Yeter mi?

Bu kadar kolay mı?

Bence insan neden sevdiğini sorguladığında başlayacak her şey.

Severken olduğu gibi sevmiyorken de kendisini özgür hissettiğinde. 

Sevmeme hakkını da özgürce kullandığında…

Ve…

Herkesten önce, kendisini sevmeyi öğrendiğinde…

Kendisini sevmeye başladığında…

Ki…

Kişinin kendisini sevmesi de benliğini yüceltmesinin sonucu değil midir?

Ve bu da öz sorgulamadan, özeleştiriden geçmez mi?

Kendisini sevmeyen bir başkasını sevebilir mi peki?


***


Zor iştir gerçekten sevmek…

Bir sanattır sevebilmek.

Bu sanatı nasıl icra ettiğinizle bağlantılıdır sevginin gücü de, kalıcılığı da…

Sadece “sevmeyi sevmek” kolayına kaçmaktır olayın.

Velhasıl, ciddi bir iştir sevmek…









YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...