google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Şans, Talih, Kader, Kısmet

Milattan önce yaşamış büyük Pontus Kralıydı VI. Mithridates…

Roma İmparatorluğu’na yıllarca kök söktürdü.

Ama VI. Mithridates askeri başarıları kadar bir başka özelliğiyle de geçti tarihe. 

Daha çocukken, taht kavgasından ötürü, öz annesi kendisini zehirlemeye kalkışmıştı.

Bu olayın etkisiyle, bedenini zehirlere karşı dayanıklı kılmaya adadı ömrünü.

Birçok zehir geliştirdi, bizzat kendi üzerinde denedi hatta.

En etkili zehirlere karşı bile bağışıklık kazandı.

O zehirlenemezliğe kavuşmuştu.

Zehirlerin efendisi olmuştu.

Tahtta göz koyan öz oğlu 2. Fernakes başkaldırdı Mithridates’e karşı.

Bastırılamadı isyan.

Fernakes’in adamları saraya kadar ulaştılar.

Öldürüleceğini anlayan VI. Mithridates kendi yaptığı zehirlerden zerk etti bedenine.

Ama zehirlere karşı dirençli bünyesi direndi, öl(e)medi.

Kendisini zehirlemeyi başaramadı.

Yakın koruması, Galatlı asker Bituitos’tan kendisini öldürmesini istedi…

Ve bir kılıcın ucunda can verdi efsanevi Pontus Kralı…


***


Mithridates’in trajik sonu, John Lennon’un “Hayat; siz plan yaparken başınıza gelenlerdir” sözünü anımsatır bana…

Sen tüm ömrünü zehirlenemez bir insana dönüşmeye ada…

Ama sonra zehre muhtaç ol ve fayda etmesin.

Kader mi?

Alın yazısı mı?

Talihsizlik mi?

Şanssızlık mı?

Tesadüf mü?


***


80’li yıllarda “Şans, talih, kader, kısmet.” diye bir oyun vardı.

Bir tür çekilişti aslında.

Aliminyum folyoyla kaplı bir sürü yuvarlağın bulunduğu bir karton tabakasının üzerindeki numaralardan seçim yapardık.

Kazırdık, şansımıza çıkan hediyeyi alırdık.

Boş çıkması da muhtemeldi ama kazıdığımız yuvarlağın.

Adı üzerindeydi oyunun: “Şans, talih, kader, kısmet.”

Garantisi yoktu.


***


Şans, talih, kader, kısmet…

Bu kavramlar defalarca sorgulandı tarih boyunca.

Ve üzerinde asla bir konsensüse varılamadı.

Deterministler örneğin her şeyi bir doğa olayına dayandırdılar.

Skolastik düşünceyi savunanlar tüm yaşananları ilahi iradenin tecellisi olarak yorumladılar. 

Kuantumcular ise enerjinin birbirini çekmesi veya itmesi şeklinde açıkladılar tüm bunları.

Her düşünce sistemi kendisine göre farklı bir yorum getirdi.


***


Düşünürler de uzlaşamadılar “şans, talih, kader, kısmet” üzerinde…

“İnsanların kader dediği şey, genelde kendi aptallıklarıdır.” dedi Arthur Schopenhauer.

Buna karşılık “Hiç kimse kaderini değiştiremez ve kaderinden kaçamaz.” savında bulundu Goethe…


***


Hangi düşünce haklıdır ya da hangi düşünür doğruyu söylemektedir.

Göreceli bir konu bu…

Felsefede mutlak doğru yoktur…

Siz, kendi mantığınızla uyumlu olanı “doğru” kabul edersiniz…


***


Selanik’te verdiğim bir konferansta sormuştum beni dinlemeye gelen Yunan felsefe severlere…

“Sizi neyin beklediğini bildiğiniz bir güne uyanmak ister miydiniz?”

İstisnasız herkes “hayır” yanıtını vermişti.

Hayatın güzelliği, gizeminde saklı.

Bu gizemi nasıl adlandırırsanız adlandırın.

“Şans, talih, kader, kısmet…” 

Ne derseniz deyin…

Hepsinin buluştuğu bir ortak payda var: “Bilememek, kestirememek…”

Sonunu bildiğiniz bir filmi izlemek ne kadar heyecan verir ki?

Ya da finalini okuduğunuz bir kitaba ne kadar kaptırabilirsiniz ki kendinizi?

Hep o bilinmezliktir yaşamı “yaşanası” kılan.

O “bilinmez” umut olur hatta bazen…


***


Bu “bilinmezlik”tir aslında yaşamı tadına doyulmaz bir macera haline dönüştüren.

Mucizelere her şeye rağmen bir açık kapı bırakmak…

İleri safhalardaki bir kanser hastasının malum sonunu tahmin etmesine rağmen ısrarla tedaviyi sürdürmesi gibi…

Ömrü boyunca hiç ikramiye kazanamamış birinin ısrarla her çekilişe bilet alması gibi…

Kendini kandırmak değil bu…

Ümit etmek…

“Belki” diyebilmek…

Bir “acaba”yı her zaman ihtimal dahilinde kabul etmek.

Bir gücün, bir şekilde size yardıma geleceğini ummak…

Umut dediğimiz şey aslında o bilinmezi kendimizce hayra yormaktır…

Umut edebilenler en güçlü insanlardır bu yüzden…


***


Hal böyleyken hayatı bu denli sistemli, organize ve strateji odaklı yaşayanları gördükçe şaşırırım.

Katı mantıkçıları da sorgularım bu bağlamda. 

İstedikleri kadar garantici olsunlar…

İstedikleri kadar risk unsurunu en aza indirgesinler.

Sözüm ona, insan kendi kaderini kendi yazar(mış)…

Evet, ama bir yere kadar…

Nerede, ne zaman ve nasıl doğacağınızı dahi kendiniz seçemiyorken…

Neymiş, insan kendi şansını kendi yaratır(mış)…

Ama şans dediğimiz kavram aslında birçok etkenin sonucu.

Şanssızlığını alt edenler de vardır elbette, ama oranı yüzde kaçtır mesela…

Özetle, ne kadarlık bir bölümüne hükmedebilmek mümkün ki hayatın?

Şansı, talihi, kaderi, kısmeti tamamen dışlamak mümkün mü?


***


Kadere inanmak ayrı şey, kadercilik ayrı şey.

Ne kaderi inkar etmek doğru ne de teslim olmak kadere.

“Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin ne de hayat karşısında çaresizsin.” diyor Şems-i Tebrizi…

Ki, bana göre şans, talih, kader, kısmet hususunda yapılmış en güzel yorum bu.

Tedbirsiz bir tevekkül boştur…

Tanrı size bir "beyin" verdiyse; her şeyi "mukaddereta" bağlama lüksünüz olamaz.

Ama “kısmetse” sözündeki derin manayı da dışlayamayız.

Bu bağlamda ortada konuşlanmanın en doğrusu olduğu kanaatindeyim.

Ne siyah, ne de beyaz.

“Gri”ye de bir şans tanımak yani…


***


Gerçekten de insan ne yaşayacağını bildiği bir güne uyanmak istemez.

Başına gelecekleri bilmemek bazen güçlendirir, umutlandırır insanı.

Umut ve beklenti kapısını açık tutar…

“İnsanlar plan yapar ve tanrı onlara güler.” der Gabriel Garcia Márquez.

İnsan yaşamının başlangıcı bile başlı başına bir mucizeyken…

Mucizeleri reddederek yaşayabilir mi insan?


***


Zamanın Hint İmparatoru, Pers İmparatoru’na bir armağan gönderir.

Satranç oyunudur hediyesi…

Ve hediyesinin yanına bir not iliştirir…

“Kim daha çok düşünür, kim daha iyi bilir, kim daha ileriyi görürse o kazanır. Hayat işte budur.”

Bunun üzerine Pers İmparatoru veziri Buzur Mehir’den Hint İmparatoru’na hediyesinin karşılığı olarak göndermek üzere bir başka oyun icat etmesini ister.

Tavla oyunudur bu.

Pers İmparatoru tavlayı Hint İmparatoru’na gönderir ve kendisi de yanına bir not iliştirir.

"Evet, kim daha çok düşünür, kim daha iyi bilir, kim daha ileriyi görürse o kazanır. Ama hayat biraz da şanstır… İşte hayat budur…”

Hayat, satrançtan ziyade tavlaya benzer son tahlilde…

Şans, talih, kader kısmetse,  tavlaya nasıl düşeceğini asla bilemediğimiz zarlardır aslında…












YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...