google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Persona Non Grata

Persona non grata…

Diplomaside kullanılan bir terim aslında…Dilimize çevirirsek, anlamı:

“İstenmeyen adam”.

Peki, bu diplomatik terimi sosyal yaşama, gündelik hayata uyarlarsak nasıl bir karşılık bulabiliriz?

Gelin, bunun için “Kim(ler) istenmez” sorusunun yanıtına odaklanalım önce…

Düşünelim…

Kimler sevilmez?

Kimler istenmez?

Örneğin, başkasının dümen suyuna girmeyenler istenmez…

Çoğunluğun menfaatine uygun hareket etmeyenler, sürünün herhangi bir üyesi olmayı reddedenler sevilmez mesela…

Örneğin diğerlerinin duymak istediklerini değil, doğru bildiğini söyleyenler istenmez…

Dilinin döndüğü gibi değil, içinden geldiği gibi konuşanlar sevilmez mesela...

Yani…

“Doğrucu Davut” olmaktır bir anlamda persona non grata…

Çünkü “Doğrucu Davut”lar sevilmez…

Çünkü “Doğrucu Davut”lar istenmez…

“Aptal biriyle dost olmak istiyorsanız onu övün ama akıllı birisinin dostluğunu kazanmaksa niyetiniz, eleştirin” derler…

Çok doğru bir sözdür…

Sevmeyiz eleştirilmeyi…

Hem de hiç…

Eleştirene midir asıl tepkimiz yoksa kendi yetersizliğimize mi bilinmez...

Bilinen bir gerçek vardır ama ”Doğrular çoğu zaman acıtır”…

Ve acıya bir tepkidir aslında eleştirenin “tu kaka” ilan edilmesi…

Bu yüzdendir ki yalancı rüzgârların sahte fısıltılarını, yani övgüleri duymak ister sadece kulaklarımız…

Oysa ki her şey, önce eleştirilmeyi kabul etmekle, edebilmekle başlar…

Gelişmek…

Değişmek…

Evrim…

Devrim…

Hepsi önce eleştirilebilme olgunluğuna sahip olmakla başlar…

Yararlanmasını bilen için bir servettir aslında eleştiri…

Gerçekle ilk kucaklaşmadır…

Yanlıştan dönüşün ilk virajıdır…

Ve bir anlamda “bireysel matematiğin sağlaması”dır eleştirilmek…

Ne kadar şanslıdır aslında çevresinde “hata yapıyorsun” diyecek dostları olanlar…

Ne büyük bir kazançtır hayatımızda kararlarımızı sorgulatabileceğimiz insanların olması…

İş işten geçtikten sonra anlarız değerlerini…

Haklarında ferman verip kırdığımız kalemleri onaramayacağımızı bilsek bile…

Yüzyıllar önce aydınlanmanın ilk öncülerinin dönemin yönetsel erk sahiplerince hep “Persona no grata” ilan edilmesi de bir tesadüf değildir…

Hangi kral çıplaklığının deşifre edilmesinden mutlu olur ki?

Ve hangi kral “kral çıplak” diyene kulak vermiştir ki?

Değişmek istemeyenler kapatırlar kendilerini eleştiriye…

Tıpkı devekuşları gibi sokarlar kafalarını bir deliğe…

Sanırlar ki kimse görmez kendilerini ve hatalarını…

“Gerçeğin” peşinde koştuğu için ölüme mahkûm edildiğinde “Haksız yere seni idam edecekler” diye gözyaşlarına boğulan eşine “Ya haklı yere idam edilseydim” diyen Sokrates…

Dünyanın döndüğünü söylediği için ömrü zindanlarda geçen…

Ve öleceğini anlayınca da papazlardan af dileyen ama yine de çevresine "Eppur si muove"  (Ama dünya yine de dönüyor) demekten geri kalmayan Galileo…

Hepsi, tarihe altın harflerle geçmemiş midir?

Ve…

Hatta…

Büyük Atatürk bile, Vahdettin ve adamlarınca “Persona no grata” ilan edilmemiş midir?Ama bilim, akıl ve sağduyu “Doğrucu Davut”ları her defasında haklı çıkarmıştır…

Belki çok geç…

Belki yıllar, yüzyıllar sonra…

Ama bir gün mutlaka…

Peki, ama ya gerçekleri duymaktan rahatsız olanlar?

İsimlerini bilen, kendilerini anan var mıdır?

Zamanında, Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’nde yatmaktadır…

Dönemin Tevkif Evleri Genel Müdürü Bursa Cezaevi’ne gelir ve gelmişken de Nazım Hikmet’i görmek ister…

Gardiyanlar getirirler büyük şairi…

Müdür bakar Nazım’a ve küçümseyerek “Yahu o kadar abarttıkları Nazım bu mu? Bu sade bir insan. Diğerlerinden ne farkı var ki?” Bunun üzerine Nazım Hikmet müdüre sorar: “Sen Ömer Hayyam’ı bilir misin?”

Müdür “Tabii ki, elbette bilirim” diye yanıt verir.

Nazım bu kez “Peki, sen Hayyam döneminde yaşamış İran Hükümdarı’nı bilir misin?” der…

“Hayır, bilmiyorum” yanıtını verir müdür…

“İşte fark burada” der Nazım: “Seneler geçecek, herkes Nazım Hikmet’i tanıyacak, bilecek anımsayacak ama seni kimse bilmeyecek ve hatırlamayacak..."

İki kavram vardır sürekli karıştırılan…

”Aydın” ve “Entelektüel”

Sözlük karşılıkları aynı gibi görünse de yüklendikleri anlamlar çok farklıdır aslında…

Entelektüel kendisini geliştirmek için öğrenen kişidir…

Aydın ise toplumunu aydınlatmak için kendisini yetiştiren ve geliştirendir…

Aydın, entelektüelin sosyal sorumluk sahibi olanıdır…

Engin bir bilgi birimine sahip dahi olsa bunları dillendirmeyen (ya da dillendirecek cesarete sahip ol(a)mayan), toplumuna bir şey vermeyen entelektüelin aydınlığından söz edebilir miyiz?

Çevresine ışık ver(e)meyen bir mumun kendisinden başka kime faydası vardır?

Aydınlarının toplumunu pohpohladığı bir ülke, ilerlemeden nasibini alamaz…

“Gerçek aydın”ın görevi toplumunu sorgulamaktır, eleştirmektir…

Aydınların “aydınlığı” unuttuğu toplumlar için “karanlık” kaçınılmaz bir kaderdir…

“Persona non grata”nın bir de karşıtı vardır: “Persona grata”…

Yani “istenen adam”Çok kolaydır persona grata olmak…

Çevrenizdekilere sadece duymak istediklerini söylersiniz…

Sürekli övgüler düzersiniz karşınızdakine…

Devamlı pohpohlarsınız…

Ve sizden iyisi olmaz…

Her cemiyette istenen adam olursunuz…

Ama elbet bir gün yanar ışıklar ve aydınlanır karanlıklar...

Elbet bir gün yağmur yağar ve makyaj akar gider…

Elbet bir gün oyun biter ve perde iner…

Gerçeği belki geciktirebilirsiniz ama engelleyemezsiniz…

Bir gün “doğru” hissettirir kendisini…

Siz isteseniz de istemeseniz de…

Bir tokat gibi iner suratınıza ve uçar gider taktığınız at gözlükleri…

İşte o zaman gelir günü “persona non grata”nın…

Çekilen acılara…

Yaşanılan yalnızlıklara…

Ödenen tüm bedellere rağmen…

Onurlu bir şeydir “Doğrucu Davut” olmak…

Her ne pahasına olursa olsun inandığını söylemek…

Sürülse de…

Kovulsa da…

Bir gün elbet haklı çıkacaktır persona non grata! 


YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...