google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Kaleciliğin Felsefi Açılımı

80’li yılların çocuklarıydık...


Ne bilgisayarlarımız vardı, ne cep telefonlarımız, ne de apartman dairelerine hapsolmuş hayallerimiz…


Elbette, o en güzel yıllarımız, çocuk olmanın hakkını olabildiğince vererek, sokak aralarında meşin yuvarlağın peşinde koşarak geçti…


Kendimi bildim bileli, en büyük sevdamdı “kalecilik”…


Hep “kale”ydi hayallerimi süsleyen…


Zamanında, tüm arkadaşlarım “kaleye geç” dendiğinde burun kıvırırken ben kalenin haricinde bir yerde oynamayı reddettim hep…


Gençken amatör takımlarda, yaş ilerleyince de (ve halen) halı sahada o üç direkle sınırlı kale heyecanlandırdı beni…


Hep sordular, sorarlar  “Neden kale?”


Şu yanıtı veririm soranlara “Hayatın ta kendisidir aslında kale”


Alt tarafı bir oyun deyip geçmeyin.


Kalecilik bir tür “yaşam biçimidir” aslında…


***


Farklı olmaktır kalecilik…


Kaleci özeldir, özgündür, özgürdür…


Daha dış görüntüsünde başlar bu farklılık.


Herkes bir örnek giyinirken kalecinin kıyafeti farklıdır.


Kimse onu diğerleri gibi görünmeye zorlayamaz.


Rahmetli Arman Kırım’ın metaforunda tarif ettiği  “mor inek”tir aslında kaleci.


Tüm sürüden farklı...


Hemen göze çarpan…


Kamufle olmayan, edilemeyen...


Başkalarının arkasına saklanmayan…


“Ben buradayım” diyen…


Adeta, nevi şahsına münhasır olmaktır kalecilik…


***


Tüm takım teknik direktörün verdiği taktiğe göre oynar.


Herkesin oynayacağı yer, üstleneceği görev maç öncesinde bellidir.


Birilerinin verdiği taktiği, stratejiyi uygular hepsi…


Aldığı talimatı yerine getirir takımdakiler…


Bir tek kaleciye taktik veremez kimse.


Kaleci özgürdür…


Kimseden emir almaz…


Sahanın yegâne “özgür” oyuncusudur o…


Nerede duracağına, nasıl hareket edeceğine sadece kendisi karar verir.


Kimse nasıl oynaması gerektiğini dikte edemez ona.


Sınırsız özgürlüğü sever kaleci…


Kararlarını kendi başına alır.


 “Özgürlük sorumluluk demektir. O yüzden çoğu insan ondan korkar.” der George Bernard Shaw…


Bu yüzden kale cazip gelmez kimseye…


***


Kaleci, takımın en iyi gözlemcisidir aslında…


Tüm oyuncular “top”u izlerken “maç”ı izler o…


Hataları en iyi o görür.


Takımın zaaflarına en doğru teşhisi kaleci koyar.


Oyuncular sadece atakları yaşar…


Oysa maçın geneline hakimdir kaleci.


Herkes bütünün kendisine dair parçalarına sahipken  büyük fotoğrafı tek gören kalecidir.


Kalecinin öngörüsü hiçbir oyuncuda yoktur bu yüzden…


Nelson Mandela’nın “Arkadan önderlik edin… Bırakın diğerleri önde olduklarını sansınlar.” sözündeki gibi aslında maçı da takımı da en iyi kaleci okur.


Tümevarım kalecinin sanatıdır aslında.


***


Yaşamdan farksızdır kaleyi korumak…


Vefasızlığı da yaşar kaleci,  nankörlüğü de…


Gol kaçıran futbolcuya “şanssız” denir ama gol yiyen kaleci “yeteneksizlik”le suçlanır.


Santrafor bir sürü gol kaçırır fakat bir tanesini karşı kaleye sokmayı başarırsa hepsi unutulur, kahraman olur…


Kaleci on tane top kurtarır ama bir tane gol yerse çarmıha gerilir.


Herkes cennete gitmeye can atarken ölmeyi göze alabilme cesaretidir kalecilik…


***


Yalnızlık da kaderinde yazılıdır kalecinin…


Savaşını yalnız verir.


Önündeki defansın en küçük bir hatasının bedelini ödeyen kalecidir.


Takım atağa birlikte kalkar ama golü önlerken yalnızdır kaleci.


Gol kaçıran futbolcuyu teselli eder arkadaşları…


Gol yiyen kaleciden direkler bile uzak durur…


Yıllar sonra herkes golcülerin isimlerini anımsar, kaleciler unutulur…


***


Takımın gerçek lideridir aslında kaleci…


“One man show”dur kalecinin yaptığı…


Tek inisiyatif kullanabilen kalecidir takımda…


Forvet şansını dener ama kaleci risk alır.


İkiye bir, üçe bir yakalanmış ya da penaltı atışıyla muhatap olan bir kalecinin karar verme yeteneği hiçbir futbolcuda yoktur.


Ya sağa atlayacaktır, ya sola…


Telafisi yoktur hatasının.


Ya kurtarır, ya golü yer.


Gol kaçıran bir santrafor aynı şansı ikinci kez bulabilir maç esnasında…


Ama kaleci yediği golle kalır, dönüş yoktur onun için.


"Zaferlerin babası çoktur, yenilgiler öksüzdür" derler...


Atılan golün de sahibi çoktur ama yenilen  golde tek suçlanan kaleci olur...


***


Bir kitap okumuştum yıllar önce…


“Algıda seçicilik” denen olgudan ötürü olsa gerek, kitabın ismi ilgimi çekmişti : “Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi”


Time’ın  “Samuel Beckett’in ardından gelmiş geçmiş en büyük yazar” diye nitelediği Peter Handke’nin kitabıydı…


Kalecilerin dünyasını okuyacağımı sanırken bir anda kendimi batılı ülkelerde yaşayan uygar insanların içine düştüğü boşluğu okurken buldum…


Siz de belki başlığa bakıp futbola dair bir yazı okuyacağınızı sanmış olabilirsiniz.


Ama ben aslında kaleciliği değil hayatın ta kendisini yazdım.


Bir spor değil felsefe yazısıdır aslında bu…


Gündelik hayatta ne varsa yaşar kaleci doksan dakika boyunca…


Hayat tutkulardan ibarettir.


Ve tutkunun ta kendisidir kalecilik…


Vasat kaleci yoktur, ya başarılıdır ya başarısızdır kaleci.


Hayat da öyle değil midir?


Ya siyah ya beyazdır bazen yaşam.


Yani ya gerçekten yaşarsınız ya da yaşadığınızı sanırsınız…


Ya mutlusunuzdur ya da mutsuz…


Seçimlerimizden ibarettir hayatlarımız…


Ya yazılmış senaryonun bir figüranı olursunuz.


Ya da kaleci gibi kendi senaryonuzu kendiniz yazar, başrolünde kendiniz oynarsınız.


Ya gol atmaya çabalayan takım oyuncularından herhangi biri olursunuz…


Ya da her şeyi göze alıp, her türlü bedeli ödemeyi kabul edip  "golü kurtaran o yegâne kişi" olmaya karar verirsiniz.


YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...