google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Huzur Mahallesi

Herhalde tanımı en zor yapılacak kavramlardan bir tanesi huzur…

Zor; çünkü “huzur” bir tür sentez, yani nihai varış noktası.

Sözlüklere baktığınızda birçok kelime karşılığı okumanız mümkün huzura dair.

Ama hiçbiri de yeterli değil, hiçbir tanesi “cuk” oturmuyor…

Hep bir şeyler eksik, her ifade yetersiz…

Zira herkesin huzur kavramı kendisine göre ve rölatif…


***

Huzura çok benzediğini sandığımız bir başka kavram daha var: “Mutluluk”

Ama bence, bu ikisi apayrı şeyleri anlatıyor aslında.

Mutluluk ile huzuru birbirine karıştırmamak lazım.

Mutluluk anlıktır, huzur sürekli.

Mutluluk sestir, huzur ise bir senfoni.

Mutluluk göldür, huzursa okyanus.

Tümdengelimdir mutluluk, huzursa tümevarım…

Mutluluk ve huzur kavramları içimizdeki saltanatlarının sürelerine göre ayrışıyorlar bence.


***


“Seni en çok ne mutlu eder?” sorusunu kime sorsanız hep farklı senaryolar dinlersiniz.

Hepsi de kendince haklıdır aslında.

Kendi kendinize sorun aynı soruyu; bakalım siz kaça indirgeyebileceksiniz yanıtlarınızı?

Yedi milyar insan yaşıyorsa bu dünyada, yedi milyar da farklı tanımı var her duygunun.

Aşkın da, öfkenin de, sevginin de, acının da, mutluluğun da, nefretin de…

Çünkü herkes kendi içinde ve kendine göre yaşıyor duygularını.

Kar yağarken gökyüzünden süzülüp düşen hiçbir kar tanesi bir diğerinin aynısı değildir.

Her kar tanesinin şekli farklıdır, insan gözü ayırt edemese de.

İnsanlar da bu bağlamda kar tanelerine benziyor.

Hepsinin mutluluğu algılama ve yaşama şekilleri farklı.

Ama bir ortak hedef var; “Huzur.”


***


Tüm mutlulukların kokteyli gibi huzur.

Formülündeki minik bir değişiklik dahi bozuyor tadını.

Mutluluk(lar) birbir(ler)inden bağımsız yaşanabilir bazen.

İş yaşamında sorunları vardır kişinin örneğin; ama ailesinde mutluysa buna göğüs gerebilir.

Yine de kendisini mutlu addebilir.

Ya da her şeye sahiptir de insan, yaşadığı bir sağlık sorunu yaşadığı bütün mutlulukları değersiz kılabilir gözünde...

Ama bir “bütün”dür huzur.

Küçük küçük tanelerin oluşturduğu nar meyvesi gibi.

Farklı renklerin birleşmesiyle beliren gökkuşağı gibi.

 “Bir tatlı huzur” almaya Kalamış’a giderken Behçet Kemal Çağlar, aradığı somut bir şey midir?

Yoksa bir senteze ulaşma çabası mıdır aslında?


***


Tolstoy’un yaşamın sorgusunu yaptığı "İnsan Ne İle Yaşar?" adlı kitabında çok ibret verici bir öykü vardır.

Çiftçi Pahom’un öyküsüdür bu.

Pahom bir gün, uzaklarda bir yerde bir toprak sahibinin bedelsiz arazilerini dağıttığını duyar.

“Fırsat bu fırsat” der, atlar gider toprak sahibine , “ben de arazi istiyorum” der.

“Tamam” der adam Pahom’a…

 “Sabah gün doğarken yürümeye başlayacaksın, güneş batana kadar kat ettiğin yerlerdeki tüm toprakları sana vereceğim.”

Bir “ama”sı, bir şartı vardır ama adamın…

Güneş batmadan başladığı yere geri dönmesi gerekmektedir Pahom’un. 

Yoksa tüm kazandığı toprağı yitirecektir.

“Kabul” der ve gün doğumuyla birlikte yürümeye başlar zavallı Pahom…

Dereler, çayırlar, meralar geçer.

Pahom biraz daha fazla toprak sahibi olsun diye yürüyüş temposunu arttırır.

Geride kalan her bahçeye, tarlaya bakarak “Artık benim oldular” der.

Her kat ettiği mesafe daha da iştahlandırır Pahom’u.

Derken güneşin yavaş yavaş alçalmaya başladığını fark eder.

Anlaşma gereği, başladığı yere dönebilmek için var gücüyle koşmaya başlar.

Çok uzaklaşmıştır yürümeye başladığı noktadan; koşar, koşar, koşar

O kadar çok koşar ki artık takati kesilir, nefes alamaz.

Olduğu yerde yığılır kalır, ölür…

Toprak sahibi Pahom’un bu nafile çabasını uzaktan ilgiyle takip etmektedir.

Toprağına daha önceden diğer talip olanların paylaştığı kaderle bir kez daha yüzleşir.

Adamlarına talimat verir, bir mezar kazarlar, Pahom’u içine gömerler. 

Pahom’un mezarına atılan toprağa bakar adam, acı acı gülümser ve şöyle der:

“Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”


***


Pahom küçük arazisiyle mutlu olmasını bilseydi gelir miydi başına bu?

Kendi küçük çiftliğinden kazandığıyla da pekala gül gibi yaşar giderdi.

Ama elindekiyle mutlu olmadı, gözünü hep daha büyük bir araziye dikti…

Peki, sonuçta ne oldu?

İşte, mutluluk çıtasını nereye koyduğumuzla bağlantılı huzur.

İhtirasla, her gün biraz daha yükseldikçe çıta, o oranda uzaklaşırız aslında huzurdan da.


***


Huzura giden yolun sadelikten, basitlikten geçtiğine inanırım ben.

Bu yüzden eskiden insanların daha huzurlu yaşadıklarını düşünürüm.

Zira beklentiler sınırlıydı.

Küçük şeylerle mutlu olabiliyorlardı.

Mutlu olmak daha kolay olduğundan huzurluydular ya zaten.

Gönülle huzur arasındaki yol daha kısaydı.

Günümüzde böyle mi ama?

Elbette bugün imkânsız artık "bir lokma, bir hırka” diyebilmek…

Çocukken başlıyor huzursuzluğumuz.

İyi bir okul kazanma stresi…

Mezun olduktan sonra geliri iyi bir iş bulma derdi.

Evlilik, ev geçindirme telaşı…

Ev, yazlık, araba sahibi olma “zorunluluğu”(!)

Çoluk çocuğa karışma, çocukların istikbal kaygısı.

Sosyalleşti insan…

Sosyalleşirken de yalnızlaştı.

Yalnızlaştıkça da arttı huzursuzluğu…

Eski bir tapınak yazıtındaki öğreti şöyle der:

“Gürültü ve patırtının ortasında sükûnetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.”

İşte huzura giden yolda pusula, gürültü ile patırtının ortasında sükûnetle dolaşma becerisinde yatıyor belki de.

Gündelik yaşamın “harala gürele”si içinde kaçırıyor insan mutlulukları.

Ormana bakarken ağacı ıskalıyor.

Mutluluk anlayışı değiştiğinden huzurla arasına giren mesafe de arttıkça artıyor.

Mutsuz olduğu için de ulaşamıyor bir türlü huzura…


***


Mutluluğu hep mükemmelde arıyoruz…

Her şeyin dört dörtlük olmasını bekliyoruz mutlu olmak için…

Oysa mutluluk küçük şeylerde saklı…

Bazen bir çay bardağından yükselen dumanda…

Bazen karla kaplı bir çatının altında çatırdayan sobada…

Bazen bir yaz akşamında çıkan hafif bir esintide…

Sıcacık bir ekmeği koparıp yemek bazen mutluluk…

Başını okşadığımız bir kedinin gözlerinde bazen mutluluk…

Mutluluk içimizde aslında…

Yanı başımızda…

Ve mutluluğu küçük şeylerde bulabilenler ulaşabiliyorlar gerçek huzura…

Robin Sharma’nın “Ferrari’sini Satan Bilge”sindeki gibi öze dönebilmekle mümkün huzur.

Sokrates günümüzde yaşasaydı akıllı telefon kullanır mıydı örneğin?

Ya da Mercedes’e binip, havuzlu villada mı yaşardı?

Kullandıklarımız, tükettiklerimiz mi;  yoksa hissettiklerimiz mi taşıyor bizi huzura?

Köşkte yaşayan herkes huzurlu mudur, ya da ille de huzursuz mudur ömrünü küçük bir kulübede geçiren?



***


Duştan çıktığında insan bir dinginlik yaşar ya içinde…

Huzur bu dinginliğin ta kendisi bence.

Nasıl ki bedenini suyla temizleyip ferahlıyorsa insan…

Ruhunu da arındırabiliyorsa hissediyor gerçek huzuru.

Nasıl ki balon ağırlıklarından kurtuldukça yükselebiliyorsa.

Huzur da insanın içindeki ihtirasları öldürebilmesiyle, söndürebilmesiyle mümkün.

Mutluluk beklentisinin sonu yok.

Zira mutluluk yakalandığı an kaybedilmeye başlanan bir şey.

Çok istediği bir şeye sahip olduğu an biter özlemi, ”sıradaki”ne odaklanır insan…

Mutluluk heyecan, huzur olgunluktur.

Her mutluluğun ardından yeni mutluluklara yelken açar insan…

Oysa huzur, “şükredebilme” sanatıdır…

Doyumsuzluklarına “dur” diyemeyenler taşınırlar sürekli bir yerden başka bir yere…

Ruhundaki kavgaları bitirip, kendisiyle barışanlar ancak yerleşebilir huzur mahallesine…




YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...