google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Hormonlu Mutluluklar

İnsanoğlu yalan dinlemeyi çok sever.

Kendisini kandırmaya meyillidir her zaman insan.

Duyması gerekeni değil, duymak istediğini işitir kulaklar…

Görmesi gerekeni değil, görmek istediğini görür gözler.

Olmasını dilediğini, olana…

Hayal ettiğini, gerçeğe tercih eder.

Gerçeğin yüzü soğuktur.

Hayal maskesinin sahte sıcaklığı cezbeder insanı.

Kızar hatta kendisini gördüğü rüyadan uyandırana…


***


Antideprasanlar neden bugün çekirdek nohut gibi tüketilir hale geldi?

Hiç düşündünüz mü?

Hiçbir sonuç, sebepsiz değil.

Arz talep dengesinin bir sonucu bu.

İnsanların kendilerini kandırma ihtiyaçlarının...

Hormonlu mutluluklara bağımlılığın neticesi…


***


Devekuşu misali yaşamayı seviyor insan.

Kafasını kuma gömüp, kendisini gerçeklerden soyutlamaya çabalıyor.

Hayal ettiği bir dünya yaratıp, suni mutlulukların peşinde koşuyor.

Ve bu yalan dünyaya kendisini ulaştıracak sahte rehberlerin peşine düşüyor.


***


Antidepresandan beklenen etki, sosyal medyaya da sirayet etti.

Devekuşunun kafasını gömdüğü toprak yığını halini aldı sosyal medya.

Özellikle de sosyal medyada paylaşılan özlü sözler adeta masal kitaplarından fırlamış gibi…

Alice harikalar diyarında sanki…

İnsanı “gerçek”ten koparan, hayali bir dünyaya hapseden sözler…

Bir romantizm manifestosu adeta.

Antideprasan misali…


***


Örnek mi?

“All you need is love”, yani yegâne ihtiyaç duyduğun şey sevgi yaklaşımı…

Söylemesi çok kolay da, ne kadar gerçek?

Adam gırtlağına kadar borca battıysa, evinin kirasını ödeyemiyorsa tüm hücrelerinden sevgi fışkırsa neye yarar?

Ya da ciddi bir hastalıkla boğuşan birisine “senin yegâne ihtiyaç duyduğun şey sevgi” demek en kibar tabirle onunla kafa bulmak değil midir?

Canından çok sevdiğini kaybetmiş birisine “Hayat çok güzel, kuşa merhaba de, doğan güneşe selam ver, mutlu ol” deyin bakalım…

Ne oluyor?


***


Dünyayı güzellik kurtaracak(mış) ve bir insanı sevmekle başlayacak(mış) her şey…

Hepimiz seviyoruz birilerini…

De…

Kurtuluyor mu peki dünya?

Bitiyor mu savaşlar?

Sonlanıyor mu kıtlık?

En güzel deniz henüz gidilmemiş olanıdır belki…

De…

O denize gidebileceğimizi kim garanti ediyor?

İçinde olduğumuz mevcut denizin dalgalarında alabora olmamanın yolu değil ki gidilecek denizi hayal etmek?


***


Bir de gaza getiren sözler var…

Damardan motive eden yaklaşımlar. 

“Hayal et, gerisi kolay”

“İste, başarırsın…”

“Anı yaşa, carpediem!”

Vs.Vs. Vs…

Kopyalanıp yapıştırılan, düşünürlerin bu bağlamda söylediği sözler…

Gelin, bu nasihatleri üzerine bombalar yağan bir ülkenin insanlarına söyleyin bakalım.

Hayatta kalabilmekten başka hayali olmayan zavallılara...

Ya da varoşta doğmuş on çocuklu bir gariban ailenin çocuğuna…

“Hayal et, yeter” deyin…

“İstemen kâfi” deyin…

Komik değil mi?


***


Hep yanlış enformasyonların neticesidir mutsuzluk.

Bireyi gerçek dünyaya değil, bir hayal âlemine hazırlar bu sloganvari öğretiler.

Sürekli bir cam fanusun içinde yaşayacağı fikri yerleşir böyle böyle insanın bilinçaltına.

Evlilik, hep dikensiz gül bahçesi gibi sunulur mesela…

Ne kadar zor bir kurum olduğu, nasıl özveri istediği anlatılmaz hiçbir zaman. 

Minik pencereleri olan pembe bir kulübe şeklinde resmedilir yuva…

Gerçekte öyle midir peki?

Hiç de değil.

İki gönül bir olunca samanlık seyran olurmuş.

Yalan!

Nikâhta keramet varmış.

Külliyen yalan.

Boşanma olaylarındaki artış işte insanların hep bu büyülü nasihatlere kanmasının sonucu değil midir?


***


Gence, iyi bir eğitim alırsa rahat bir yarına kavuşacağı öğretilir sürekli…

Sınavdan sınava harcar tüketir, gençliğini.

Bu mudur peki gerçek?

Belki, eğitim almanın imtiyaz kabul edildiği yıllarda gerçek olabilirdi bu.

Ama bugün, eğitimden çok daha önemlidir gencin ailesinin çevresi, olanakları.

Önemli konumlara gelmiş dostları olanlar bir şekilde kırmayı başarırlar bu döngüyü.

Diplomanızın yaptırımı ailenizin çevresiyle sınırlıdır.

Ve sürekli zor koşullarda yetişmesine rağmen imrenilen konumlara gelmiş kimseler örnek gösterilir.

Genele vursanız bu örnekler milyarda bir bile değildir oysa.

En nitelikli eğitimi almasına, en etkili diplomaya sahip olmasına rağmen iş bulamayanlara ne demeli?

Doktora eğitiminin ardından bulduğu sekreterliğe bile razı olanlara?


***


Son tahlilde en büyük kandırmaca, hayatı tozpembe göstermekle başlar.

Hiç de öyle değildir aslında gerçek…

Bir kavgadır, bir ayakta kalma mücadelesidir yaşamak.

İzlediğimiz siyah beyaz filmlerdeki gibi, finalde iyiler kazanmaz her zaman.

Üç yanlış bir doğruyu götürmez hayat sınavında.

Bir yanlış üç doğruyu siler çoğu zaman…

“Ne yani bu kadar kötü dünyanın bir de cehennemi mi var” diye sorar İtalyan yazar Umberto Eco…

Eco’ya hak veriyorum.

Evet, kötüdür dünya, zordur yaşamak…

Yaşattığı acılar, sunduğu mutluluklardan çok daha fazladır.

Ama bu hipotez ne karamsarlıktır, ne de kötümserlik.

Gerçekçiliktir bunun adı.


***


Aşil’in topuğudur insan için umut.

İnsan umut ettiği müddetçe yaşar…

Ama gerçekten uzak bir umut, afyondur…

İnsanı sentetik cennetlerin peşinden koşturur…


***


Hiç kimse her zaman mutlu olamaz.

Hayat, mutluluk sunmaz her zaman insana.

Kendi gerçeğiyle yüzleştirir sadece…

Körlüğün en kötü hali, körün görmek istememesidir.

Görmek istememek, görememekten daha kötüdür.

Ve asıl mutluluk da hayatın gerçeğiyle yüzleşip onunla başa çıkabilenlere sunulmuş bir imtiyazdır belki de…


***


Kimileri hayatın kendisiyle yüzleşmek istemez.

Cesaret edemez, işine gelmez belki de.

O yüzden sürekli anlatılan masallara inanır.

İyilerin her zaman kazanacağına, çok çalışanın başaracağına…

Öptüğü her kurbağanın prens olacağını zanneder.

Polyanna’ya öykünür…

Sokar kafasını sanal bir aleme.

Okuduğu sözlerin gazına gelir.

Yuttuğu antidepresanlarla, suni bulutların üzerinde gezinir.

Ama hormonlu mutluluklardır bunların hepsi.


***


Dünyaya geldiğinde elleri yumruk biçiminde sıkılıdır bebeğin…

Bu, dünyada kendisini bekleyen kavgalara hazırlanması, gardını şimdiden almasıdır belki de.

Ve her bebek doğar doğmaz ağlar…

Belki de bu, hayatta karşılaşacağı haksızlıklara isyanıdır peşinen.

Çünkü uçurtmalar rüzgâr gücü ile değil o güce karşı koydukları için yükselirler…

Çünkü boks maçını en iyi yumruk atan değil, en iyi yumruk alan boksör kazanır.

Çünkü hayat bir savaş alanıdır…

Ve ancak kendisini savaşa hazırlayanlar ayakta kalır…














YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...