google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Hissediyorum Öyleyse Varım

Sorarım zaman zaman kendime: “Hangisi daha güçlüdür aslında?”

Duygusal olanlar mı, gerçekçi olanlar mı?

Yani romantikler mi, yoksa realistler mi?

Güçlü olanlar, yüreğinin sesini dinleyenler midir; yoksa aklını kullananlar, mantığının peşinden gidenler mi daha güçlüdür?

Mantık insanı mı olmak doğru, duygu insanı mı?

Talimatları usundan alan mı daha mutludur, yoksa hislerinin patronajında yaşayan mı?

Çok derin bir tartışma konusudur bu gerçekten.

Saatlerce, günlerce üzerinde konuşsanız dahi, “konsensüs”ü zor bir polemiktir…

Çoğunlukla da kısır döngüye açılır zaten bu tartışma…


***


Bazıları diplomatik, hatta biraz da politik bir yaklaşımla “denge”yi savunurlar...

Katılmam…

İşin içinden çıkamayıp, yanıtı “yuvarlamaya” benzer bence bu biraz.

Dengeyi kurmanın imkânsızlaştığı, mantık ve duyguların adeta iki ayrı kutupta konuşlandığı bazı durumlar, anlar, olaylar olabilir insanın hayatında.

Ve çoğu önemli karar da aslında bu koşullar altında alınır…

İşte, böyle bir durumda “denge” demek, açıkçası “Ne şiş yansın ne kebap” yaklaşımını çağrıştırır bana.

“Ne şiş yansın ne kebap” diyemezsiniz bazen…

İkisini de yakıp, aç kalmak da ihtimal dahilinde...

Birinden birini yakmanız; birinde karar kılıp diğerinden vazgeçmeniz kaçınılmaz olabilir.

Yani ya duygularınıza kulak vereceksinizdir ya da mantığınıza.

İşte kaosun kucağına düştüğünüz andır bu an…


***


Bence iki yaklaşım arasındaki farkı belirleyen kriter “risk” kavramında gizli.

Mantığına kulak verenler, yani gerçekçi insanlar risk almayı sevmezler…

Duygulara kulak vermek bazen hatalara yol açabilir ki bu da bedel ödetir insana.

Dolayısıyla içlerinden gelen sesi kısıp mantığa kulak verirler.

Risk almamak için, hata yapmamak için…

Ama “başarısız” olmamak her zaman “başarılı” olmak mıdır?

Mutsuz olmamak, mutlu olmakla eşdeğer midir her zaman?


***


Kıyıdan ayrılmayı göze almayanlar asla okyanuslara ulaşamazlar.

Okyanusun enginliği özgürlük hissiyle doldurur insanın yüreğini…

Ama dalga çıktığında batmak da var…

Şu durumda kıyıdan ayrıl(a)mayan kimse, bu riski göze almayıp başarılı mı olmuştur yani?

Mevcutla yetinip daha güzeline, daha iyisine yönelik arzusunu bastırabilen midir başarılı olan?


***


Genç girişimci adaylarına verdiğim bir konferansım var.

İlginç portreler anlatıyorum o konferansımda…

Örneğin Guy Laliberte’nin öyküsünü…

Adam bir sokak çalgıcısı; ateş yutan bir sokak şovmeni…

1987 yılında Los Angeles’da bir sanat festivali tertip ediliyor.

Tutuyor, memleketi Quebec’ten bir dans grubu getiriyor festivale…

Cebindeki para ancak grubun geliş biletlerine yetiyor, yani dönüşlerini bile karşılayamayacak durumda.

Gösteri büyük ilgi görüyor, büyük hâsılat yapıyor…

Ve gözü kara adam, bu başarısının ardından bugün dünyanın en büyük görsel şovlarından biri kabul edilen Cirque De Soleil’i kuruyor…

Harland Sanders’ın da hikâyesi duygularının peşinde giden insanın zaferine güzel bir örnek…

Sanders, sahibi olduğu restoranda tavuk kızartması servis ediyor müşterilerine…

İşleri bozuluyor, iflas noktasına geliyor.

Bunun üzerine kendi keşfi, bugün dünyanın en iyi saklanan üç gizli formülünden biri kabul edilen tarifini pazarlamak üzere yola düşüyor…

İnanmayacaksınız ama tam 1018 restoranın kapısını çalıyor, “bende böyle bir formül var, gelin birlikte çalışalım” diyor…

Hepsinden de olumsuz yanıt alıyor.

Yılmıyor ama…

Görüştüğü 1019. restoranın sahibi  “tamam “ diyor, “bir deneyelim, bakalım.”

KFC (Kentucky Fried Chicken) efsanesi işte böyle doğuyor.

Bunun gibi çok ilginç başarı öyküleri var…

Örneğin kamyon şoförü bir babanın oğlu olan ve çocukluğu yokluk içinde geçen Howard Schultz’un Starbuck’sı yaratması.

Yetimhanede büyüyen, bir kalıp fabrikasında çalışırken kendi atölyesini açarak Rayban gözlüklerini yaratan Leanardo Del Vecchio’nun hikâyesi…

Üniversite bitirme tezi olan “özel posta servisi” projesi hocaları tarafından tiye alınınca hırslanarak bugünün dev kargo firması FedEX’i ortaya çıkartan Frederick W. Smith’in hikâyesi…

Tüm bu başarı öykülerinin kahramanlarının ortak noktası “yüreklerinden gelen sesi” dinlemiş olmaları…

Duygularının peşinden koşup, riski göze almaları...

Eminim onların da çevrelerinde “gir bir işe, aydan aya düzenli bir gelirin olsun, ona göre yaşa” diye öğüt veren “mantıklı” dostları vardı…

Onlar, bu zaferlerini bu öğütlere kulak vermemiş olmaları sayesinde kazandılar aslında…


***


Elbette mutlulukta ve başarıda şans faktörü de önemli…

Ama “şansa şans tanımak” bile bir anlamda riskle flörtün kabulü değil mi?

Bu sadece iş yaşantısında değil, hayatın her alanında geçerli.

Risk almayan başaramaz.

Hiç denememek mi doğrudur bazı şeyleri yoksa deneyip, yaşayıp ders çıkarmak mı?

 “Ya mutsuz olursam” diye hiç evlenmeyen mi doğru olanı yapmıştır, ilk evliliğinde aradığını bulamayıp yeniden evlenen mi mesela?


***


Son yıllarda bilim insanları bile bu konu üzerine fazlasıyla kafa patlatmaya başladılar…

EQ (Emotional Quotient) duygusal zekâ ile IQ (İntelligence Quotient) zihinsel zekâyı karşılaştıran psikologlar duygusal zekâsını kullananların daha mutlu ve başarılı olduğu gerçeğiyle karşılaşmışlar.

Demek ki zekâ, mantıklı hareket etmek,  her zaman geçerli ve yeterli değil.

"IQ sizi okuldan mezun eder, EQ ise hayattan!” diye bir espri vardır…

Her espride olduğu gibi bunda da bir gerçek payı vardır.

Hele hele gelmiş geçmiş en zeki insanlardan Albert Einstein bile “Hayal gücü bilgiden önemlidir” diyerek düş kurabilen insanların hakkını teslim etmişken.


***



Erkek egemen, kültüründe maço unsurların ağır bastığı toplumlarda duygusallık nedense zaaf olarak görülür.

“Duygusal davranıyorsun” derler.

“Duygularına yenik düşüyorsun” derler.

Duygusallık zayıflıkla bağdaştırılır sürekli.

Tam tersidir oysa bence…

Ben, duygularını dinleyenlerin sanıldığının aksine çok daha güçlü olduklarına inanırım.

Ve hatta çok daha yürekli…

“Aptal kahramanlar çabuk ölür” sözündeki gerçeği yadsıyamayız…

Ama “korkak bezirgân, ne kar kadar eder ne ziyan” diyen sözünün vurgu yaptığı hususu göz ardı edemeyiz.

Denemek başarmanın ilk adımıdır…

Mantıklı hareket edip hiç risk almazsanız belki mutsuz, başarısız olmazsınız, kabul…

Ama mutlu ve başarılı olacağınızı kim garanti edebilir?

Ve gerçek kıstas nedir?

Sizden beklenen mi yoksa sizin beklediğiniz mi?

"Düşünüyorum öyleyse varım" diyor Descartes...

Ama hayatı anlamlı kılan düşünmek kadar hissetmektir de…

Düşünmek insanı hayvandan ayırır belki...

Ama insanı gerçekten "insan" yapmaya yeter mi?

"Hissediyorum, öyleyse varım" diyebilmek de en az Descartes'ın çıkarımı kadar önemlidir bence...


***


Samuel Beckett benim anlatmaya çalıştığımı bir iki cümleyle öyle güzel özetlemiş ki:” Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.”

Beckett'a tüm kalbimle katılıyorum...

Çünkü mutluluk,  “mutsuz olmayı da göze alabilenlerin” ödülüdür aslında.



YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...