google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Hayatın Sağlamasını Yapmak

Hayat çok kısa…

Aristo mantığını uygularsak…

Güzel şeylerin nasıl geçtiğini anlamazsınız…

Yaşamak da güzeldir.

Şu durumda yaşamın da nasıl geçtiğini fark edemezsiniz…

İnsanoğlu var olduğu müddetçe hayatın kısalığından yakınmıştır…

Bunun aksini iddia etmek mümkün mü?

Siz hiç, ruh sağlığı yerinde olup da,  “yahu amma uzun sürüyor bu hayat” diye dert yanan birisini duydunuz mu?

“Yaşadıklarımı yazsam hayatım roman olur” diyenler vardır ya hani…

Hiç de öyle sanıldığı gibi kalın bir roman değil aslında hayat…

Hatta kısacık bir öykü belki de…

***

Hayatın kısalığı konusunda herkes hem fikir olmasına hem fikir de…

Bu “kısa”lığı nasıl yorumlamak lazım?

İşte bence işin sorunsal boyutu, hayatın kısalığını nasıl yorumladığımızla bağlantılı…

Bu “kısa”lıktan ne anlıyoruz ve nasıl yorumluyoruz?

İşin problematiği burada…

***

İkiye ayırıyorum ben insanların hayatın kısalığını yorumlayış biçimlerini.

Birinci grup sadece hayatın tadını çıkartıp maksimum hazzı almayı savunanlar.

İkinci grup ise hayatın içini doldurarak ölümsüzleşmeye odaklananlar.

Şöyle düşünüyor birinci grup: “Yahut hayat çok kısa, değer mi kendini üzmeye?”

“Salla gitsin her şeyi” diyenler de bu grupta, “Takma kafana tokadan başka” felsefesini öğütleyenler de…

Hatta biraz daha ileri gidip şu kısacak hayatta mutlu olmanın sırrını bohem bir yaşam tarzıyla özdeşleştirenler de mevcut…

İkinci grubun yaklaşımı farklı…

“Hayat çok kısa, ideallerine ulaşmak için zaman yitirme” diyenler var ikinci grupta...

Ki onlara göre yaşamak ciddi bir iş ve ardında iz bırakmak esas olan…

Aylak aylak yaşayıp ömrü tüketmektense kişinin hedeflerine kilitlenmesiyle mutlu olabileceğini savunuyorlar.


***

Ünlü düşünürler bile bu konuda fikir birliğine varamamışlar.

Hayatı sorgulayan sözlere baktığımızda bile göze çarpıyor bu paradoks.

“En büyük bilgelik şu andan zevk almayı hayatın en büyük amacı kılmaktır, çünkü tek gerçek budur, başka her şey düşünce oyunudur. Bir rüya gibi kaybolan içinde bulunduğumuz bu an asla ciddi bir çabaya değmez.” diyor Arthur Schopenhauer…

Ama örneğin bir Albert Einstein “Ancak başkaları için yaşanan bir hayat, yaşamaya değer bir hayattır.” diyerek karşı çıkıyor bu fikre…

“We can work it out” şarkısında “Hayat çok kısa; kaygılanmaya ve kavga etmeye vaktimiz yok dostum” diyor Beatles…

Ama “Yaşamın en temel hedefini, potansiyelinin zirvesine erişmek, başkalarına hizmet etmek, başkalarının yaşamında fark yaratmak, kendinden daha önemli şeyler için yaşamak olarak belirle.” diyor Robin Sharma…

Farklı düşünürlerin bu konudaki farklı yaklaşımlarını çoğaltmak mümkün.

Ama ne kadar çoğaltırsak çoğaltalım; bu konuda bir uzlaşma sağlanamadığıyla yüzleşiriz…

****

Ağustos böceği ile karınca öyküsünü referans almayacağım…

La Fontaine’in aksine, düşünce dünyamda açıkçası ne karıncayı yüzde yüz haklı bulurum, ne de ağustos böceğini.

Kaldı ki kimsenin kimseyi “Neden böyle bir hayattan mutlu oluyorsun?” diye sorgulama, eleştirme hakkı olmadığını düşünürüm.

Herkesin tek bir hayatı vardır ve istediği gibi yaşar…

Dolayısıyla da hayatın kısalığına yönelik bu iki yaklaşımın da ne mutlak doğru ne de mutlak yanlış olduğuna inanırım.

 “Hayat kısa, gönlünce yaşa” diyenlere bir yere kadar hak veririm.

Genç yaşta kaybettiğim dostlarımın cenazelerinde tefekküre dalarım…

Olan ve olması gereken kavgaya tutuşur ruhumda…

Ve hep bu yaklaşım hakim gelir usumda.

“O tabutun içindeki sen de olabilirdin” derim kendi kendime.

Bu perspektiften baktığımızda da hayat gerçekten çok kısa.

Yarım kalan hayaller, bitirilememiş yolculukların acısı…

Yemeğin en lezzetli yerini yemeye hazırlanırken çatalın elden düşmesi gibi…

Sürekli tırmanılan bir yokuşta düzlüğe varamadan tökezlenmek gibi.

Carpe diem felsefesi bir kez daha yücelir gözümde…

***

Öte yandan  “ideallerine ulaşmak için geç kalma, zaman hızla akıyor” diyenlere de hak veririm…

Hayatı sadece zevk almaya endeksli yaşamak içi boş bir hedonizmden öteye geçebilir mi?

İnsanı insan yapan yaşamının bir anlamı olması değil midir?

Anlamı olmadan yaşanan bir hayatın bir böceğin, bir bitkinin yaşamından bir farkı kalır mı ki?

Ve hayatın anlamı da kişinin idealleri değil midir?

***

Kim haklı?

İki görüş de haklı.

Kim haksız?

İkisi de haksız…

Hayatın tadını çıkarmak özgür olmakla mümkündür.

Ama özgürlük sorumsuzluğun zıttı değildir her zaman.

Ve özgürlük başıboşluk hiç değildir

“Herkese ve her şeye karşı sorumluluklarından arın, sadece kendin için yaşa, çünkü hayat kısa…”

Bu yaklaşım bana ters geliyor.

Ama aynı biçimde at gözlüğü takıp sadece sorumluluklar ve idealler uğruna yaşanmış bir hayatın da finalinin mutluluk vereceğini sanmıyorum.

İşte,  hayatın sırrı bu kısalığın yorumunda gizli belki de.

İnsanın bu konudaki öznel yorumu,  yaşamının anlamını oluşturuyor aslında.

Bu yorum beraberinde bir de soru getiriyor…

“Niçin yaşıyoruz?”

Yani bir şekilde doğmuş olduğumuz için mi?

Ya da özel bir sebebi anlamı var mı yaşantımızın?

Ve bu anlam bize diretilen bir yaşam mı yoksa kendi tercihimiz mi?

***

Hayatın sağlamasını yapmak mümkün mü?

Hızlı bir biçimde akıp giden bir nehirde hareketsiz durabilir misiniz?

Bu biraz zor işte…

Hele ki yarının ne getireceği tamamen bir belirsizlikten ibaretken sağlamanın doğru veya yanlış çıkabilmesi mümkün mü?

Yine de benim bir sağlama yöntemim var.

Basit bir matematik hesabı yapıyorum kafamda…

Bir sütuna size “keşke yapsaymışım” dedirten pişmanlıklarınız yazın alt alta.

Diğer tarafa ise “İyi ki yapmışım” dediğimiz şeyleri.

Bunların oranı, bize hayattaki mutluluğumuzun yüzdesini veriyor…

Eğer “keşke”ler almış başını gitmişse belli ki bir yerde hata yapmışız…

***

Elbette yaşamın yegâne hedefi “mutlu olmak”

John Lennon’ın şu yaklaşımını çok severim…

“Ben çocukken annem bana hep hayatın anahtarının mutluluk olduğunu anlatırdı. Okula gitmeye başladığım zaman, sınavda bana 'Büyüyünce ne olmak istiyorsun?' diye sordular. Ben de onlara 'Mutlu olmak istiyorum' diye cevap verdim. Onlar bana, soruyu anlamadığımı söylediler. Ben de onlara, hayatı anlamadıklarını söyledim.”

Yeryüzünde 7 milyar insan yaşıyorsa, tüm duyguların yedi milyar farklı yorumu olduğunu düşünürüm.

Mutluluğun da bu bağlamda tamamen göreceli bir kavram olduğunu…

Kime göre mutlu?

Kriter kim, ne?

Elbette bizden, kendi doğrularımızdan başkası değil…

Olmamalı da…

Hal böyleyken hayatın kısalığına getirilen iki yoruma da saygı duyuyorum.

“Ama” diyorum ve “bence” diyerek eklemek istiyorum..

İşin sırrı “denge”de…

Ve bu denge tüm duyguların karışımıyla ortaya çıkıyor ancak…

Evet, uğrunda mücadele edeceği hayalleri, idealleri olacak insanın.

Ama yarın sabah uyanacağının garantisini kimsenin veremeyeceğini de unutmayacak.

Çılgınlık da olacak bu karışımda, ciddiyet de…

Memento mori (Ölümü hatırlayarak yaşa) demek sadece insana gününü gün etmeyi hatırlatıyorsa bu karışımda bir şeyler eksik veya fazladır.

İnsanın hatırladığında “gurur” duyacağı şeyler de olmalı hayatında.

Hepimiz yaşar gideriz bu dünyadan…

Ama bu dünyadaki mevcudiyetimizi bizden sonrakilere anımsatacak bir şeyler bırakmadıysak arkamızda, yaşamak olur mu bunun adı?

Fosil bile mevcudiyetiyle insanlığa varlığını anımsatırken bir fosil kadar bile olamamak yaşamışlık mıdır?

Dönüp dolaşıp geleceğimiz nokta işte bu denge bence.

Hayatı sadece alacağı hazlardan ibaret kabul eden de, sadece idealleri için yaşayan da aynı boşluğu paylaşır bence…

“Keşke”si olmayan hayat yoktur.

Önemli olan “keşke”lerin sayısını minimumda tutarken “iyi ki”lerin sayısını arttırabilmek.

Hayatın sağlaması bu bence…

Hayat kısa, evet çok kısa…

Ama hayatın uzunluğu kısalığı, biraz da hayatı yorumlama şeklimizle bağlantılı değil mi?

Bu kısacık hayatı dopdolu yaşamak da insanın elinde…

Keza, ölümsüzlük bahşedilen birisinin yüzyılları bomboş geçirmesi de mümkün.

Hayatın bir suçu yok…


YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...