google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Elveda Diyebilmek

Başlamak mı daha çok özeni hak eder, bitirmek mi?

 “Merhaba”lar mı sıklıkla anımsanır “elveda”lar mı?

İlk karşılaşmalar mı yerleşir hafızalara, son görüşler mi?

Başlangıçlar mı daha derin izler bırakır, finaller mi?


***


Maalesef “merhaba”lara gösterilen özenden eser yok “elveda”larda.

Başlangıçlar öz, vedalar üvey evlat…

Aşkta, evlilikte, işte; her ilişkide geçerli bu…

Veda etmeyi bilmiyoruz.

Belki işimize gelmiyor, belki içimizden gelmiyor…

Ya da veda edebilmenin zorluğu karşısında bocalıyor, afallıyoruz…

Paniğe kapılıyoruz belki de.

Vedaların içini boşalttığımız için de canına okuyoruz yaşanmış, paylaşılmış geçmişlerin…


***


Gönül işlerini ele alalım…

Şiirler, aşk mektupları, hediyeler, çiçekler vs…

Mutlu bir rüyadan farksız başlar her şey.

Ama gün gelip ilişki iki taraf için de anlamını yitirdiğinde rüya “kâbus”a dönüşür.

Çoğu zaman bir “hoşça kal” bile çok görülür birlikte geçen günlerin anısına.

Gençler arasında sıkça yapılan  “ayrılan sevgililer dost kalabilir mi?” tartışması aslında bizim ayrılmayı becerememizin sonucu.

Zamanında bir sevgiyi paylaşmış iki kişi neden sonrasında bir dostluğu paylaşamasın ki?

Ama maalesef son damlasına kadar sıkılan limon misali bitiriliyor ilişkiler.

Kavgalar, arkadan konuşmalar, günümüzdeki şekliyle sosyal medyada engellemeler vs.

Pat Benatar’ın çok sevdiğim şarkısında söylediği gibi, aşk bir savaş alanına dönüyor…


***


Evliliklerde de durum farksız.

Nasıl özenle başlıyor her şey aslında.

Erkek hayatının bu en önemli teklifini nasıl yapacağına karar verirken adeta kılı kırk yarıyor.

Ne söylemeli, nasıl söylemeli, nerede söylemeli?

Şimdiye kadar denenmemiş, hafızalardan çıkmayacak özgün ve sıra dışı bir teklif yapabilmek için günler öncesinden kafa patlatıyor genç adam.

Ama olur da evlilik mutsuzlukla sonuçlanırsa…

Her bir tuğlası itinayla yerleştirilen o bina adeta dinamitle patlatılmışçasına yerle bir oluyor.

Çirkinlikler gırla gidiyor…

Hele ki bir de aileler de işin içine karışmışsa…

Hele ki bir de geride çocuk(lar) varsa.


***


Aynı durum iş ilişkilerinde de geçerli.

İş görüşmesine giderken duyulan heyecan.

Özenle üzeri düzenlenen masalar.

İş arkadaşlarıyla çıkılan keyifli yemekler, kutlamalar…

Ama iş “bitirme” faslına geldiğinde yıkan, döken, kıran parçalayan ruh hali yine esir alıyor insanı.

Kapıyı çarpıp çarpmalar, patrona sövmeler, “sen görürsün”ler, bir şekilde eski kuruma zarar verme girişimleri

Hatta zaman zaman mahkemeye taşınan sürtüşmeler…


***


“Hakkını helal et” sözünün felsefi anlamı derindir aslında.

Hayatımıza giren herkes bize bir şey katar.

Kimileri doğrularıyla bizim gelişmemize katkıda bulunur, kimileri ise yanlışlarından ibret almamıza vesile olur.

Her iki durumda da ilişki öncesindeki bizle ilişki sonrasındaki biz aynı değilizdir.

Ama bu hakkın teslimi konusunda cimri ve beceriksiz davranırız.

“Çıktığın kapıyı çok sert kapatma, yeniden çalmak durumunda kalabilirsin” der bir öğreti.

Bizler çıktığımız kapıyı öyle sert kapatırız ki, ayrıldığımız mekân yerle bir olur.

Bir gün yeniden çalabileceğimiz bir kapı dahi bırakmayız arkamızda…


***


Hep başlangıçlar mı önemlidir?

Peki, ya bitişler?

Herkes başlangıçlara özenir de…

Neden sahipsizdir bitişler?

Başlangıçlar ne kadar doğalsa bitişler de aynı şekilde hayatın bir parçası.

Sevsek de sevmesek de, istesek de istemesek de  “elveda”lar çalar bir gün kapımızı.

Bazen zamanlı, bazen zamansız…

Ne güzel anlatıyor ayrılığı Atilla İlhan şiirinde: “Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var. Öyle vahşi bir tat ki dayanılır gibi değil. Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil.”

Evet, ayrılmak da buluşmak kadar doğal...

Elvedalar da merhabaya dahil..

Ve o “elveda”ya yükleyebildiğimiz “ruh” anlamlı kılar “merhaba”yı.

Geriye kalan “nasıl hatırladığımız” veya “hatırlandığımız”dır; hepsi o…


***


Bu bağlamda Hıristiyanların bir uygulamasını çok beğeniyorum.

Cenaze törenlerinde, tabut içinde en şık kıyafetlerini giymiş halde görüyorlar veda ettiklerini son kez.

Hep öyle kalıyor yüzleri uslarında.

Bakımlı, temiz…

Görüntü itibarıyla hiç de “ölü gibi değil” yani.

Müslümanlıkta ise gasilhanede yaşanıyor son görüş.

Sararmaya başlayan bir ten.

Tedavi sürecinden geriye kalan, serumların, açılan damar yollarının bıraktığı morluk izleriyle dolu bir çıplak beden…

Ölümün soğukluğuyla yüzleşme anı...

Hep o son görüş yerleşiyor ne yazık ki insanın hafızasına…

İlişkiler de hep bu son “görüş”le anımsanıyor.

Son konuşmada söylenenler.

“Elveda” derken titreyen sesin tınısı… 

“Yolun açık olsun” derken yürekten yükselen “kadirşinaslık.”

Ayrılmayı bilmek, güzel bir biçimde başlayanı aynı güzellikte bitirmek geçmişi kutsar…

Ve insan gerçek kişiliğini de veda ederken ortaya koyar… 

“Nasılsa bitti, bana ne” diyen kendi kalitesizliğini, sığlığını sergiler aslında…


***


Evet, yaşamak bir sanattır.

Ve tüm sanat eserlerinde finalde verilir mesaj.

Filmin son sahnesi…

Tiyatronun son repliği…

Romanın son sayfası…

Şiirin son dizesi…

Berbat edilmiş her sonuç, girişi ve gelişmeyi de anlamsızlaştırır.

Bu yüzden çok daha önemlidir insanın yaşanmışlıklara nasıl nokta koyacağı…

Başlangıçta söylenmiş binlerce güzel söz, finaldeki tek bir çirkin sözle yok olur gider.

Açık kalan paranteze benzer hakkıyla edilmemiş her veda…

İçine yazdığınız tüm satırları sıradanlaştırır…

 


***


Yazının başlangıcındaki sorgulamama dönecek olursam…

Bence, başlangıçlardan çok daha özeldir “final”ler…

Hiç unutulmayanlar “son”lardır aslında…

Son bakışlar…

Son sözler…

Son vedalar…

Çok “merhaba” duyar insan ömrü boyunca…

Ama hepsini toplasanız bir “elveda ” kadar yer tutmaz yürekte…

Çoğu kez unutulur başlangıçlar…

‘Veda”lardır aslında anılarda kalan…



YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...