google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Baş Olma Sevdası

Bizim insanımız bayılır  “baş” olmaya…

“Baş ol da istersen soğan başı ol” sözü boşu boşuna yerleşmemiştir dilimize…

“Baş olan, boş olmaz” sözü de aynı mantığın ürünüdür…

Askeri rütbelerde bile hep “Baş” olma hususuna vurgu yapılmaz mı, “Onbaşı”, “Yüzbaşı”, “Binbaşı” gibi…

***

Daha ilkokulda “sınıf başkanı” seçimiyle başlar serüven…

“Baş” olma ihtirası toplumun her kademesinde hissettirir kendisini…

Örneğin alt tarafı  “Apartman yöneticisi” seçersiniz adamı…

Ertesi gün (Bizimkiler Dizisi’nin Sabri Bey’i gibi) “Küçük dağları ben yarattım” edasıyla gezinmeye başlar ortalıkta…

Kalkar, iki üç kişinin çalıştığı bir birimin şefi yaparsınız memuru…

Hemen ertesi gün gider “Müdür” diye kartvizit bastırıp dağıtır…

Bir kere “baş” olan, kendisini “Tanrısal bir güce” sahip gibi hisseder…

Ve ardından, bu gücü kaybetmemek için her şeyi yapmaya başlar…

***

“Baş” olma ihtirasının en çok öne çıktığı alanlardan biri de “Politika”dır aslında…

Birilerinin isimlerinin başına “Falanca partinin Genel Başkanı” unvanı gelsin diye kurulmuş partilerden geçilmez Türk Siyaseti…

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın rakamlarına göre 13 Temmuz 2015 tarihi itibarıyla Türkiye’de 97 siyasi parti mevcut…

Çoğunun bırakın Genel Başkanını, parti yöneticilerini; adını bile bilmiyor kamuoyu…

Yani, deyim yerindeyse önüne gelen parti kurmuş…

Kurabilir de…

Parti kurmak zor değildir…

Anasayal bir haktır…

Ama halkın değil, “Genel Başkan”ının partisi olarak kaldıktan sonra o partinin ülkeye ne katkısı olabilir ki?

Sadece yöneticilerine bazı unvanlar sunar, hepsi bu!

***

7 Haziran 2015 seçim sonuçlarına bakarsak AKP, CHP, MHP ve HDP’nin dışında kalan 16 partinin toplam oy oranı ancak %4,8…

Hepsini toplasanız yüzde beş bile değil…

Seçim sonuçlarında dikkat çeken önemli bir detay var.

Bazı partiler mevcut üye sayıları kadar bile oy alamamış…

Örneğin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın rakamlarına göre Demokrat Parti'nin 714 bin 333 üyesi var…

7 Haziranda aldığı oy ise (Gümrük Kapılarında verilen oylar dahil) 75 bin 784…

Aynı rakamlara göre Demokratik Sol Parti’nin (DSP) 100 bin 682 üyesi mevcutken aldığı toplam oy (Gümrük Kapılarındaki oylar dahil) 85 bin 810…

Buradan iki sonuç çıkıyor…

Birincisi partiler üye sayılarını çok göstermek için önüne geleni, eşini dostunu, çalışanını, hatır gönül üye yapmışlar…

Ki bu çok muhtemel, çünkü bizde siyasi partiler üye sayılarını şişirmeye bayılırlar…

“Mezar taşlarından üye yazmak” diye bir buluşun mucidi olmuştur Türk siyasetçiler…

Oysa bilmezler ki Tony Blair Başbakan olduğunda partisi (İşçi Partisi) İngiltere’nin en az üyeye sahip partisiydi.

Yani üye sayısıyla bitmiyor iş…

Kaldı ki son seçimlerde birçok partinin üye sayısı kadar bile oy alamamış olması bu savı haklı çıkarıyor…

Seçim sonuçlarından ikinci sonuç ise daha trajik…

Demek ki bizzat kendi üyeleri bile partilerine inanmıyorlar…

Bu, kişinin ortağı olduğu marketten alışveriş yapmayıp rakip firmayı tercih etmesinden farksız…

Eh, bizzat kendi üyesini bile ikna edemeyen parti, halkı nasıl ikna etsin?

***

Düşünün ki mevcut 97 partiden en son yapılan 7 Haziran Genel seçimlerine katılmaya hak kazanan parti sayısı 31’di…

Ki, 20 tanesi katıldı seçime…

Diğer partiler seçimlere katılmaları için gereken asgari şartlara bile sahip değiller…

Bu da demek oluyor ki, neredeyse mevcut partilerin ancak beşte biri seçime iştirak edecek güce sahip…

Peki, neden mısır patlağı misali birçok parti kurulmuş ve kuruluyor?

İşte hep bu “baş olayım da ne başı olursam olayım” anlayışının bir sonucu bu aslında…

Bir siyasetçi dostum anlattı…

Bugün “tabela partisi” durumuna düşmüş bir partide yöneticilik yapıyordu zamanında…

Yeni Genel Başkanları çok varlıklı bir aileden geliyormuş.

Ve her ay 200-250 bin TL veriyormuş partiyi ayakta tutmak için…

Neden?

Tamamen ve sadece kendi unvanı sürsün diye…

Bu nasıl bir ihtirastır, anlamak mümkün değil…

***

Bir siyasi parti tabanda kurulur, tavana doğru genişler…

Yani, yeni bir siyasi partinin kurulması için önce tabandan bu doğrultuda bir talebin gelmesi gerekir…

Tüm köklü ve önemli uzun ömürlü partiler hep konjonktürle paralel gelişen siyasi talebin neticesinde doğmuştur…

Demokrat Parti neden efsane olmuştur?

AKP neden 13 yıldır tek başına ülkeyi yönetmektedir?

MHP realitesi neden yadsınamaz?

HDP neden 7 Haziran’da barajı böylesine rahat aşabilmiştir?

Keza CHP en zayıf halindeyken bile neden baraj sıkıntısı yaşamaz?

Çünkü bu partilerin hepsi tabandan gelen bir talebin sonucunda kurulmuşlardır…

Halkta karşılıkları vardır…

Partiyi “Genel Başkan”lar kurmaz, “Halk” kurdurtur…

 “Hele bir partiyi kuralım, kervan yolda düzülür” düşüncesiyle kurulan partiler tabela partisi olmaktan öteye geçemez…

Halka “Ben parti kuruyorum, haydi düşün peşime” diyen bir siyasetçi kendini kandırır…

Genel Başkan kendi kendisini tatmin eder, hepsi bu…

Bizde kamuoyunda biraz sivrilmeye başlayan siyasetçi kendisinin bir politika dehası olduğuna inanır…

Etrafındaki “şak şak”çıların da gazıyla bir parti kurar…

Ondan sonra ayıkla pirincin taşını…

***

24. dönem Kütahya Milletvekili Sayın İdris Bal, AKP’den ayrılıp 4 Kasım 2014 tarihinde Demokratik Gelişim Partisi diye bir parti kurdu, Genel Başkan oldu…

Birkaç ay sonra da 31 Mart 2015’te partisinden istifa etti.

Düşünün adam partiyi kendisi kurmuş ama birkaç ay sonra istifa ediyor…

Tam Aziz Nesin’lik bir öykü…

24. dönem milletvekillerinden Sayın Emine Ülker Tarhan’ın özellikle Gezi Parkı olayları sırasında yıldızı bir hayli parlamıştı…

Sosyal medyada gördüğü büyük ilgi suni bir özgüven yaratmış olacak ki, 14 Kasım 2014’te Anadolu Partisi’ni kurdu…

Sanıyordu ki arkasındaki bu kamuoyu desteğiyle seçimlerden başarıyla çıkacak…

Ama 7 Haziran, Anadolu Partisi için de tam bir hezimet oldu…

Bizim siyasi geleneğimizde vardır…

Zamanında bünyesinde bulundukları kitle partilerinde bir yere gelen siyasetçiler, önlerinin kesildiğini hissettiklerinde mücadeleyi mevcut partilerinde vermeyip kendi başlarına parti kurmaya kalkarlar…

Ve hepsinin kaderi de birbirinden farksız olur…

Ne der o meşhur atasözü : “Taş yerinde ağırdır”

***

Seçim sonuçlarının parlamentoya giren dört partiye mesajı olmuştur mutlaka…

Ama sandık;  yıllardan beridir oyları ancak “binde”lik dilimlerle ifade edilen partilere de bir mesaj vermiştir…

Bugün seçim barajı yüzde sıfır bile olsa açıkçası bu, tabela partileri için pek bir şey değiştirmez.

Siyasi partilerin çok olması elbette o ülkede demokrasinin çok renkliliğini gösterir…

Ama Türkiye’deki siyasi parti enflasyonu daha ziyade birilerinin “baş” olma ihtirasının göstergesidir…

Aynı siyasi görüşü savunan bir sürü parti…

Ha ekmek köfte, ha köfte ekmek…

Ne değişir ki?

7 Haziran’da seçmen bu partilere “Ağzınızla kuş tutsanız benden size oy yok” demiştir…

Sağdan sola, soldan sağa toplayın yüzde beş bile etmiyor hepsi…

Hala bu macerayı sürdürmenin ne gereği var?

Gidin, kendi düşüncenize yakın bulduğunuz bir partiye katılın…

Yok, istemiyor musunuz?

O zaman birleşin…

Aynı söylemi paylaşan, aynı görüşleri savunan partiler neden birleşmezler ki?

Hem bina, personel masrafı çok daha makul bir seviyeye iner…

Hem kamuoyuna karşı olumlu bir mesaj olur…

Hem de belki mevcut partilere bir alternatif doğar birleşme sonrasında…

Ama görüyorsunuz, görüyoruz birleş(e)miyorlar…

Kimse “Çok olalım, biz de içinde olalım” demiyor…

Herkes “az olsun, öz olsun, benim olsun” derdinde…

Birileri yıllardır “Baş” olma ve hep “Baş kalma” hesabında…

Olay bu kadar basit aslında!

Tamam, yenilen pehlivan güreşmeye doymazmış ama…

Seyirci kalmamış tribünlerde, neye yarar artık güreşmek!


YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...