google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Armut

Peyami Safa’nın çok sevdiğim bir sözü vardır.

Şöyle der Safa: "Yaşlanarak değil yaşayarak tecrübe kazanılır, zaman insanları değil armutları olgunlaştırır."

Doğruluğunu defalarca kez test ettiğim ve halen de sık sık sağlamasına tanık olduğum bir yaklaşımdır bu…


***


Sözcüklere gerçek değerini yüklendikleri anlamlar verir.

Yaşamak ve yaşlanmak farklı şeyler.

Yaş almak ve yaşlanmak gibi.

Yaşlanmak, bu bağlamda, bir durum ifade etmekten öteye geçmeyen, sığ bir kavram.

Doğan her canlı yaşlanır.

Cansız objeler de yaşlanır.

Kullanılar her eşya eskir...

Tabiatın,  dünyanın kuralıdır bu.

Siz, istemeseniz bile yaşlanırsınız.

Yani yaşlanmış olmak hiç de öyle ekstra bir şey değil...

Ama yaşamış olmak?

Ama olgunlaşmak?

İşte bu noktada durup düşünmek lazım…


***


Yaşlanmak nicel bir durumdur, yani geride bırakılan yıllar yeterli bir kriterdir.

Ama olgunlaşmak niteliksel bir durumdur.

Ne kadar yaşadığın detay olur, ne yaşadığın ve/veya nasıl yaşadığın kıstas halini alır.


***


Her sabah güne “büyüklerini sayma” sözü vererek başlayan bir nesiliz.

Ama birisinin sadece bizden yaşça büyük olması “saymak” için yeterli midir?

Hoş, biz saymasak bile mahalle baskısı bizi saymaya zorlar gerçi.

Nedense bizim kültürümüzde bu bağlamda nicelik çoğu zaman niteliğin önüne geçer.

İnsanlar üstünlüklerini “yaşlarıyla” sağlama kolaycılığını seçerler.

Bilinçaltımızda vardır bu; doğaldır ki örfümüze de yansımıştır, dilimize de yerleşmiştir.

Mesela dikkat edin diğer dillerde  “ağabey”, “abla”, “amca”,  “teyze” kavramlarını göremezsiniz.

Vardır ama bunlar, tüm kültürlerde sadece akrabalık ilişkilerini belirleyen unvanlardır, o kadar.

Ama bu hitaplar bizde biraz ego tatminine dönüşüyor.

Falanca ağabey, filanca abla, teyze, amca…

Sizden on beş, yirmi yaş büyük birisine sadece ismiyle hitap ettiğinizde ayıplanırsız.

“Ben senden büyüğüm bana “ağabey” diyeceksin” yaklaşımı başka bir kültürde yok örneğin.

Bu biraz da kişilik bağlamındaki yetersizliği, yaşa dayalı bir üstünlükle gizleme çabası değil midir?

Unvanların büyüsü öylesine ele geçirmiş ki benliğimizi, adımıza eklenecek bir “ağabey, abla, amca” ifadesi bile gururumuzu okşuyor.

Nasıl ki bedensel çıplaklığın görünmesi utandırıyorsa insanı, unvansal çıplaklık da aynı şekilde bir boşluğa düşürüyor kişiyi.

Kişinin elindeki yegâne şey çekiçse, tüm çevresini çivi olarak görmeye başlarmış.

Kişiliğinde veya geçmişinde saygıyı hak eden bir unsur olmayan kişi yegâne üstünlüğü yaşında görüyor.

“Yaşın kadar konuş”,  ya da “büyüklerin konuşurken dinle” veya “aklın ermez senin” gibi yaklaşımlar hep bu mantığın sonucu değil mi?


***


Tekrar Peyami Safa’nın “armut”una dönelim.

Ne yaşlı olan olgundur ne de genç olan deneyimsiz.

Bir terazi yok ki tartmak mümkün olsun…

“Çok okuyan mı çok gezen mi bilir?” ikilemine benziyor bu. 

Yaşanmışlıklar elbette çok önemli…

Ama yaşanmışlıkların kişiye ne kattığı da bir o kadar;  hatta daha da önemli.

Keza kişinin yaşadıkları neticesinde kendisini ne kadar geliştirebildiği de…

Hepimiz yaşamın doğal akışında bizi bekleyen olaylarla, duygularla yüzleşiyoruz…

Hepimizin geçmişinde benzer duygusal deneyimler, yaşanmışlıklar mevcut.

Aşk acısı, bir sevdiğini yitirmenin hüznü, hayal kırıklıkları, pişmanlıklar ve insana özgü birçok duyguyla yüz yüze geliyoruz hepimiz; istisnasız…

Yaşamayan var mı?

Yok!

Ama önemli olan bu yüzleşmelerden çıkardığımız dersler.

Ki, olgunluk denen şey de bunların bir sonucu değil mi aslında?


***


Yolculuktan dönen birisinin hiç değişmediğini görenler Sokrates’e bunun sebebini sormuşlar.

“Giderken kendisini de götürmüştür” yanıtını vermiş büyük filozof.

Olgunlaşma yolculuğunda kişinin kendisini geride bırakması bu açıdan çok önemli.

Bu yolculukta her durak yeni bir evredir insan için

Bir duraktan ayrılıp yeni bir durağa geldiğinizde hala aynı “siz”seniz, iki durak arasında kişiliğinize bir şey ekle(ye)mediyseniz yerinizde saymışsınızdır.

Ya da sadece “yaşlanmış”sınızdır ama yaşamamışsınızdır…

Yaşça büyümüşsünüzdür ama olgunlaş(a)mamışsınızdır.

Yani kaç durak atladığınız değildir kıstas…

Duraklardan aldığınız; kendinize, kişiliğinize kattığınızdır.


***


“İnsanlar tecrübeleri oranında değil tecrübelerinden aldıkları dersler oranında olgunlaşır” diyor Bernard Shaw…

Çok haklı…

Olgunluk yaşamdaki yıllarda değil yıllardaki yaşamda gizlidir…

Olgunluk yaşta değil insanın hassasiyetlerinde ve reaksiyonlarında belli eder kendisini.

Yaşlı insan “ben bilirim” der, olgun insan  “acaba yanılıyor olabilir miyim?” diyebilendir.

Yaşlı insan çevresindekilerin kendisine kayıtsız şartsız saygı göstermesini bekler, olgun insan ise bu saygıyı yaratır, hissettirir…

Yaşlı insan hatalarını kabul etmekte zorlanır,  olgun insan hatalıysa kendisinden küçük olanlardan bile özür dilemekten çekinmez.

Yaşlı insan aklına geleni söyler ama olgun insan neyi, nasıl ve zaman söyleyeceğinin bilincindedir.


***


Yaşlanma bedenseldir, olgunlaşma ruhsal ve ussal.

Hayvanlar da yaşlanır, bitkiler de…

Tüm canlılar zamanla büyür...

Ama sadece insan kendisini geliştirir ve olgunlaşır…

Karpuzun olup olmadığını birkaç şaplak vurarak anlarsınız örneğin…

Ama hayattan şaplak yedikçe olgunlaşır insan…





YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...