google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

"Var" mısınız?

“Bir gün, bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti…” 

Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat” isimli kitabı bu cümleyle başlar, okuyanlar anımsayacaktır…

Bilmiyorum, sizin de hayatınızı değiştiren bir kitap oldu mu?

Gerçekten de okuduğu bir kitap insanın hayatını değiştirebilir mi?

Ben “evet değiştirebilir” diyenlerdenim…

Benim hayatımı değiştiren,  yönlendiren birçok kitap oldu mesela.

Ama içlerinde birisi vardır ki, yeri özeldir benim için: “Yabancı”

Albert Camus’nün bu başyapıtını şimdiye kadar altı defa okudum…

Üç defa orijinal dili olan Fransızcadan, üç defa da Türkçe çevirisinden…

Ve her okuyuşum hayatımın farklı dönemlerine denk geldi.

Yabancı’yı altı kere okudum ama altısında da kitabı okuyan Uğur farklıydı.

Her okuyuşumdan sonra da “eski ben” değildim zaten…

Yabancı’nın etkisiyle uzun dönem egzistansiyalizme, yani varoluşçu felsefeye odaklandım.  

Albert Camus’yü,  egzistansiyalizmin duayen ismi Jean Paul Sartre izledi;  onun kitaplarını da okudum büyük bir ilgiyle…

“Bulantı” hep başucu kitabım oldu örneğin gençlik yıllarımda…


***


Egzistansiyalizm, insanın kendi varlığını sorgulamasını ister. 

Ortaya çıkışı çok eskilere dayanmaz aslında…

Ama…

Örneğin Descartes'in "Düşünüyorum, öyleyse varım." sözünde…

Ya da William Shakespeare’in 1599’da yazdığı Hamlet’teki “Olmak ya da olmamak” polemiğinde…

Hatta 11. yüzyılda Ömer Hayyam’ın şiirindeki “Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok." cümlesinde bile hep benzer sorgulamayı görürüz…

Varoluşçuluk tüm bu sorgulamaların sistematik hale dönüşmesidir bir anlamda…

Bu düşünce akımına göre insan,  geleceğini kendi iradesiyle biçimlendirir…

İnsanı "insan" yapan,  bireysel kararlarıdır. 

Asıl gerçek, herkesin üzerinde birleştiği gerçek değil, kişisel gerçektir.

Yani varoluşçuluk kişinin sürüdeki koyunlardan herhangi biri olmasına karşı çıkar…

İnsanın özgür olması her şeyden önce gelir; insan, özgür olmaya mahkûmdur.

Ve bu özgürlük anlayışında kişinin çoğunluk içinde asimile olmayıp kişiliğini bulması, koruması esastır…


***


Kişinin özgürlüğü ne zaman başlar sizce?

Kendisini keşfettiği zaman değil mi?

Bu yüzden insanın en büyük gayesi kendisini bulmasıdır…

Kendisini bilmesi..

Kendisini tanıması…

Ulaşılmak istenen nihai duraktır insanın kendisiyle yüzleşmesi…

İki “ben” saklanır içimizde…

Bir tanesi “olmamız istenen” kişi…

Diğeri ise “gerçeğimiz.” 

Alphonse Karr’a göre herkesin üç kişiliği vardır;  “ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı.” 

İnsan sahip olduğu kişiliği keşfetmeye başlayınca atar özgürlüğe doğru ilk adımını…

Ancak içindeki “gerçek ben”e ulaşabilen özgür kılabilir düşüncelerini ve duygularını…


***


Zor bir idealdir aslında;  çok kişi dener ama başarabilen azdır…

Olgunluk, bilgelik denen yetiler, bir anlamda insanın kendi özünü keşfetmesidir… 

Kendisiyle kucaklaşmasıdır…

Kendisini bulmasıdır, keşfetmesidir....

Kaybetmediğiniz bir şeyi bulamazsınız değil mi? 

Kendini bulmak isteyen insan da önce kendisini kaybetmelidir.

Kendinden uzaklaşmalıdır ki insan,  yaklaşabilsin.

Kendini özlemelidir ki kavuşmanın tadına varsın…

Kendini kaybetmelidir ki insan, bulabilsin!


***


Kendi kişiliğini yaratmayı başarmış, nevi şahsına münhasır insanlara büyük saygı duyarım…

İstisnasız, hepsinin geçmişlerinde bir "arayış" dönemi vardır.

Hepsi bir dönem kendilerini kaybetme cesaretini gösterebilmişlerdir.

İnsanın hayatındaki en önemli dönemeçtir o arayış süreci…

Sorgulamalarla, özeleştiriyle, yüzleşmelerle geçen o süreç…

Kişinin içindeki kişiyle baş başa kalıp kavgaya tutuştuğu…

Tabularını yıktığı, dogmalarını yerle bir ettiği…

Ve en nihayet özündeki insana elini uzatıp “hoş geldin” dediği andır o arayış süreci…

Ve bireysel özgürlüğün başladığı andır o an…


***


Bu arayış yolculuğunda  kişinin dalacağı  labirentler içinde yolunu bulmasına  yardımcı olacak  bir pusuladır egzistansiyalizm…

Varoluşçu felsefe, sorgulamanın ta kendisidir aslında…

İki büyük sorgulamayla başlar varoluşçu yaklaşım…

Ben kimim? 

Bir birey olarak var olmamın bence anlamı nedir?

Sordunuz mu hiç kendinize bu soruları?

Örneğin “Neden varım?” sorusunun yanıtını aramaya çalıştınız mı hiç?

Evet, soralım bakalım; neden varız?

Annemiz bizi dünyaya getirdi diye mi?

Doğduk diye mi sadece?

Bitkiler de havyanlar da bir şekilde doğmuyor mu?

Hatta otlar…

Hatta böcekler…

Her şey, her canlı bir biçimde doğuyor.

Demek ki “doğmuş olmak” hiç de önemli bir olay değil aslında…

Bu, varoluşun sebebi olamaz;  geçiniz…

Eğer “Neden varım” sorusuna yegâne yanıtınız buysa zaten, bitkiden, ottan ne farkınız kalır?

Peki kimiz?

Neden varız?

Kaos başlıyor değil mi?

Huzursuz oluyoruz, hatta geriliyoruz…

Güzel, işte başlıyor arayış,  gerçek “ben”e yolculuk…

İçine düştüğümüz bu kaosla birlikte atıyoruz öznel kozmosumuza doğru ilk adımımızı…


***


Jean Paul Sartre bu sorunsala şöyle bir açılım getiriyor:

 “Bizi biz yapan kendi benliğimizle aldığımız kararlarımızdır”

Yani insan özgürdür ve kendi değerlerini kendisi oluşturur…

Ve devam ediyor Jean Paul Sartre: 

“İnsan her şeyden sorumludur. Ne yaparsak yapalım,  onu yapan biziz.  Şimdiki durumumuz, bütünüyle düşüncelerimizin sonucudur.”


***


Anarşisttir varoluşçuluk…

Ezber bozar…

Belki de bu yüzden fazlaca eleştirilmiştir ortaya çıktığı 20. Yüzyılda…

Anarşistliğinin yanı sıra devrimcidir de…

Devrim demişken…

Devrim kelimesini nedense hep toplumsal bir eylem olarak kabul ederiz.

Oysa insan kendi kendisine karşı da ihtilal düzenleyebilir.

Kendi içinde de devrim yapabilir insan…

Ve her devrimin arkasında çileler, acılar, gözyaşları vardır.

Bireysel devrimler için de geçerlidir bu…

Cesaret ister, kararlılık ister.

“Ben kimim?” veya “Neden varım?” sorularını kendinize sorduğunuzda apışıp kalıyorsa zihniniz…

Saatlerce düşünüp kendinizi ikna edecek yanıtlara ulaşamıyorsanız bir türlü.

Devrim zamanınız gelmiştir.

O ana kadar birlikte yürüdüğünüz “siz” e veda edip yeni “siz”i keşfetme zamanıdır gelmiştir artık…


***


Bu devrim kararı çoğumuza zor gelir…

Kendimizi kandırmayı tercih ederiz…

“Yahu üç günlük dünya, ne gerek var kendimi kasmaya” der geçeriz…

Cehaletin mutluluğu ve konforu her zaman daha çekici görünür…

Kendimizi bilmeden, bildiğimizi sanarak…

Kendimizi tanımadan, tanıdığımızı zannederek…

Kendimizi keşfetmeden, özümüze yabancı yaşar gideriz öylece.

“Vur patlasın çal oynasın” yaşamlara dalmak kolayımıza gelir, kafasını kuma sokan devekuşları misali…


***


İnsan “var” olduğunu fark ettikçe özgürleşir…

Ve özgürleştikçe gerçekten “var” olur…

Neden “var” olduğunuzu ” bilmiyorsanız eğer,  “var” olmanızın bir anlamı kalır mı?

Hiç sordunuz mu kendinize?

Gerçekten “var” mısınız?


YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...