google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Diplomat Atatürk

Atatürk bir askerdir… Askeri eğitim almıştır… Çok yetenekli bir komutandır… Bu bağlamdaki dehasını da Kurtuluş Savaşı’nda adeta “imkânsız” bir zafere imza atarak tüm dünyaya göstermiştir. Ancak Atatürk’ün askerlikten dışında ve en az komutanlığı kadar başarılı olduğu birçok alan da mevcuttur.

Örneğin Atatürk iyi bir ekonomisttir. Öyle olmasaydı, Osmanlı’nın enkaza dönmüş ekonomik mirasından kendi kendine yeten,  imparatorluğun bıraktığı borcu tüm ekonomik buhranlara karşı ödeyecek güce sahip bir mali yapı ortaya çıkartabilir miydi? Atatürk iyi bir eğitimcidir. Öyle olmasaydı, devrimlerini hayata geçirirken cehaletin pençesinde boğuşan bir toplumun bu kısa sürede aydınlanmasını sağlayan eğitim konusuna bu denli önem ve ayrıcalık verir miydi?

Ve Atatürk iyi bir de diplomattır aynı zamanda ki bu özelliği tüm dünya uluslarınca kabul ve takdir edilmiştir… Kurtuluş Savaşı’nda bozguna uğrattığı devletlerle sonradan kurulan sıkı dostluklar,  en büyük darbeyi vurduğu Yunanistan’ın Başbakanı Venizelos tarafından Nobel Ödülü’ne aday gösterilmesi, zamanında Türkiye’ye “hasta adam” benzetmesini yapanların sonradan Cumhuriyet karşısında ceket iliklemeleri hep Atatürk’ün diplomasi ve dış politikadaki dehasının bir sonucudur…

Yazımızın konusunu oluşturan Atatürk’ün diplomat kimliğini analiz etmeden önce, Atatürk’ün askeri dehasının yanı sıra diplomasi alanındaki vizyoner tutumunu irdelemeden önce bazı kavramların içeriklerini ortaya koymakta yarar vardır.

Toplumlararası ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi ülkeler arasındaki karşılıklı iletişimle ve uzlaşı ile mümkündür.  İşte bu iletişimi ve uzlaşıyı sağlayabilme yolunda ortaya konan çaba diplomasinin en basit tanımıdır. Diplomasi, devletler arasındaki ilişkilerin barışçıl yollarla yürütülmesidir. Diğer bir deyişle, uluslararası ilişkileri yürütme sanatıdır. [1]Diplomasi etkinliğini yürüten kişilere de diplomat denmektedir.

Dış politika ise bir devletin diğer dünya devletleri ile olan ilişkilerini düzenleyen stratejilerdir. Dış politikanın karar alma ve uygulama sürecinde önem taşıyan bir husus da diğer devletlerin karşılıklı olarak birbirlerine karşı sergiledikleri tutumlardır. Bir devletin diğer devletlerin kendisine yönelik (olumlu ya da olumsuz)  tutumlarına karşı geliştirdiği davranışların ve reaksiyonların tümüne  uluslararası politika, ya da daha geniş anlamıyla uluslararası ilişkiler denir.[2]

Atatürk sonuç itibarıyla bir askerdir. Askeri bir eğitim almıştır. Ancak buna rağmen  askeri dehasını diplomatik başarılarla taçlandırarak diplomasi alanında da vizyoner kimliğini ortaya koymasını bilmiştir. Atatürk’ün izlediği dış politika büyük önderin diplomasi alanındaki öngörüsünü de çok net bir biçimde ortaya koymaktadır.

Halil İnalcık’a göre, Atatürk gerçekçi bir devlet ve siyaset adamı kimliğinin yanı sıra aynı zamanda çok başarılı bir diplomattır :“Atatürk’ün dış güçlerle, büyük devletlerle ilişkilerinde çok başarılı bir diplomasi yürüttüğüne Ankara’da hizmet eden birçok büyükelçi tanık olmuştur. 1919’da Mütareke sonunda İtalya, Fransa ve İngiltere arasında imparatorluk topraklarını paylaşmada ortaya çıkan rekabeti, Rusya’da Bolşevik İhtilali yöneticileri ile batı devletleri arasındaki uzlaşmaz düşmanlığı Mustafa Kemal usta bir diplomasi ile değerlendirmiştir; onun bu dehası bağımsızlık savaşını başarıya götüren en önemli faktörlerden biridir”[3]

Hitler Almanyası’ndan kaçarak Atatürk’ün daveti üzerine Türkiye’ye gelen Yahudi asıllı Alman İktisatçı ve Frankfurt Üniversitesi eski rektörü Fritz Neumark da Atatürk’ün diplomat kimliğine vurgu yapmaktadır: “Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, güçlü ve başarılı bir politikacı olarak bütün dünyada kabul edilen bir liderdir. 20’li ve 30’lu yıllarda çok önemli, özellikle Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde,  ABD ve dünya politik çevresinde önemli bir şahsiyettir. Atatürk aynı zamanda iyi bir diplomattır. Fransa’ya karsı Hatay’ın alınmasını denge politikası yurtta sulh ve cihanda sulh ilkesi çerçevesinde sağlamıştır. Fransa’nın hiç hesap etmediği Atatürk, ülkenin kültürel ve ekonomik reformların sorumlusu ve batı tipi demokrasi ve politik sisteminin kurucusudur. Atatürk general olmasına rağmen, hükümet sisteminde hiçbir zaman askeri metotları kullanmamıştır. Bunun yanında en önemlisi azınlıklara ayrımcılık yapmamıştır”[4]

Bugün itibarıyla TBMM Başkanlığı görevini sürdüren Cemil Çiçek de Hatay’ın anavatana katılışının 73. Yıldönümü münasebetiyle yayınladığı açıklamada Atatürk’ün diplomasi dehasına dikkat çekmiştir: “…Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Avrupa'nın paylaşım kavgasına hazırlandığı bir dönemde ileri görüşlülüğü, diplomatik dehası ve gerekli durumlarda risk alma yeteneği ile Hatay'ın anavatana katılmasının yolunu açmıştır. Savaşa gerek kalmadan Hatay`ın Türkiye'ye katılması, Lozan Barış Anlaşması'ndan sonra uluslararası alanda elde edilen bir başka büyük başarı olmuştur…”[5]

Atatürk’ün, Milli mücadele döneminde dış politikada tek bir hedefi vardı:”Yeni Türk Devletini uluslar arası platformda tanıtmak ve kabul ettirmek”  Bu hedef Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş safhasındaki yegâne ve en önemli diplomasi konusuydu. Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan zaferin sonrasında çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti ve Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri arasında 24 Temmuz 1923’te, Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Lozan Barış Antlaşması ile yeni Türkiye, milletlerarası planda resmen tanınmış olmaktaydı. Lozan, bundan sonra da Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinin temelini teşkil etti. Yani Atatürk’ün uluslararası ilişkiler ve diplomasi bağlamındaki duruşunu irdelerken Lozan bir başlangıç noktası olma özelliği taşımaktadır.Özellikle Atatürk’ün batılı düşünce tarzını benimsemiş olması, batıyla aynı dili konuşması, aynı erdemleri savunması batılı devletlerle iletişiminin daha sağlıklı yürümesini sağlamıştır. Atatürk 1789 Büyük Fransız İhtilali’ni yapanların anladığı biçimde Aydınlık Çağı’nın pozitivist felsefesine bağlıdır. [6]Atatürk rasyonel dünya görüşüyle ittihatçıların romantizmine kendini kaptırmaktan sakınmış, geniş kapsamlı bir batılılık anlayışıyla kendisine mesleki görevlerinin dışında bir boyut kazandırmıştır.[7]

Atatürk’ün izlediği dış politika öncelikle “özgür bir ulus” olma temel ekseni üzerine oturmuştur. Atatürk’ün kendi ulusunun özgürlüğünden asla ödün vermeyen tavrı diğer ulusların özgürlüğüne de sonsuz saygı duyan anlayışıyla birleşince, Atatürkçü duruşun evrensel ölçekteki önemi daha da belirginleşmiştir.  Mustafa Kemal, her ulusun özgür ve bağımsız yaşama, bu hakkı elinde silahla savunma ya da ele geçirmeye hakkı olduğunu kabul ediyordu. 1922'de bütün dünyaya şu sözleri yöneltiyordu:  “'Biz, ulusal sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Haklarımızı çiğnememesini Avrupa'dan istiyoruz. Bizim dış politikamızda hangi devlete karşı olursa olsun, saldırganca bir niyet yoktur. Ama haklarımızı ve onurumuzu savunuyoruz, her zaman da savunacağız. Meclisimiz ve Meclisimizin hükümeti, savaşçı ya da serüven düşkünü olmaktan çok uzaktır. Bunun dışında, onlar, insancıllık ve uygarlık düşüncelerinin yerleşebilmesi için coşku ile savaşmaktadırlar. Bu ilkeler çerçevesinde sürekli olarak, gerek Batı dünyası ile gerekse Doğu dünyası ile iyi ilişkilerin ve dostluk bağlarının kurulmasına çalışıyorlar. Ama başka bir ulus benim ulusumu egemenliği altına sokmak isterse, kendisi bu çabasından uzaklaşıncaya kadar ben onun amansız düşmanıyım.''[8]

Atatürk’ün uluslararası ilişkiler vizyonunda tüm dünya uluslarını akraba olarak kabul eden bir yaklaşım bulunmaktadır. Atatürk bu yaklaşıma istinaden herhangi bir bölgeler ya da ülkeler arası sürtüşmenin tüm dünyayı ilgilendirdiğini bu yüzden ortaya çıktığı anda çözüme kavuşturulmasından yanadır.[9]

Atatürk, dış politikada ciddi, rasyonel, barışçı ve milli meselelere duyarlı bir siyaset izlemiştir.  Atatürk’ün dış politikası realizm odaklıdır. Maceracılığa, romantizme yer yoktur. Kurtuluş Savaşı sırasında Misak-ı Milli’de belirlenen ve deklare edilen hedefler ayakları yere basan hedeflerdir.  Atatürk’ün;“ ''Büyük Millet Meclisi hükümeti, milliyetçilik ruhu ile doludur. Bu hükümet gerçekçidir. Ulusu kayalara çarpan, bataklıklara gömen ve sonunda onu hayalci ülküler peşindeki çabalarla kurban ederek yok eden türden cinayetlerden kendini uzak tutan bir hükümettir.''[10] sözüyle uluslararası ilişkilerde gerçekçiliğin önemine vurgu yapmaktadır. Yine “Büyük hayali işler yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden dünyanın düşmanlığını, kötü niyetini, kinini bu milletin ve memleketin üzerine çektik... Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar üzerinde koşarak düşmanlarımızın sayısını ve üzerimize olan baskılarını arttırmaktan ise, tabii duruma meşru duruma dönelim. Haddimizi bilelim” ifadesi ile de bu yaklaşımını açık açık ortaya koymaktadır. Atatürk’ün Pan-İslam, Pan-Türk ve Turancılık hareketlerine iltifat etmeyişi de bu gerçekçi dış politikanın ürünüdür. Atatürk dış politikada ne romantik, hayallere dayalı söylemlerde bulunmuş,  ne popülizm yapmıştır. Mevcut koşullar altında, Türkiye’nin asla vazgeçmeyeceği unsurlar da diretmiş ve başarılabilecek hedeflere odaklanmıştır.

Bağımsızlık kavramı da Atatürk’ün dış politikasının “olmazsa olmaz” ilkelerinin başında gelmektedir. Bu bağımsızlık siyasi, iktisadi, mali, askeri ve kültürel açıdan bağımsızlıktı ve bunlardan ödün verilemezdi. Nitekim Atatürk düşüncesini, “Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam

bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasında bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir.” İfadesinde açıkça ortaya koymaktadır. Bu ilkeden hareketle gerek Milli Mücadele süresince batılı devletlerle yapılan görüşmelerde gerekse Lozan Barış görüşmeleri sonrasında bağımsızlık ilkesine gölge düşürebilecek her konuda kararlı davranılmıştır.

Atatürk’ün izlediği dış politikanın temel taşlarından biri de barışı esas almasıdır. dönemi dış politikasının bir başka özelliği barışı esas almasıdır. Atatürk yaşama hakkının bir insanın en büyük ve temel hakkı olduğuna inanıyordu. Sanatı savaşmak olmasına rağmen insanların ülkelerini, bağımsızlıklarını korumak adına savaşabileceklerini düşünürdü. Fakat ülkesine ülke katmak, başka milletlerin bağımsızlıklarına son vermek, kendi çıkarları için başka toplumların özgürlüklerini kısıtlamak için yapılan bir savaş cinayetten başka bir şey değildi.[11]

Çok kanlı bir savaşın üzerinden daha on yıl bile geçmeden, Yunanlarla dost olup Balkan Antantı’nı kurması, keza ayrı şekilde Akdeniz’de asayiş tehlikeye girdiğinde kısa bir süre önce göğüs göğüse çarpıştığı İngilizlerle, İtalyanlarla ve Fransızlarla “Niyon Konferansı Anlaşması”na (hükümetiyle ters düşme pahasına) imza koyması Atatürk’ün barışçı politikalarının bir göstergesidir. Yine aynı şekilde Nazist Hitler’in ve Faşist Mussolini’nin niyetlerini fark eden dünya devletleri bu diktatörlere sessiz kalırken onlara karşı cephe alması Atatürk’ün dünyayı savaşa sürükleyecek tavırlara karşı duruşundaki samimiyetin bir ifadesidir.[12]  Atatürk barışın korunması için Türkiye’nin salt kendi gücünün yetersiz kalabileceği alanlarda ülkenin güvenliğini sağlamak için ittifaklar yapmaya da sıcak bakmıştır. Tabii ki bu ittifaklar uluslararası denge politikaları doğrultusunda gerçekleştirilmiş olup ortak savunma amaçlıdır.

Atatürk her ne kadar Kurtuluş Savaşı’nda batılı devletlere karşı savaşmış olsa da kurduğu Cumhuriyet’in yüzünü batıya çevirmiştir. Atatürk’ün dış politikada duygularının esiri olmamış mantığının sesini dinlemiştir. Bunda Türkiye’yi çağdaşlaştırma yolunda takip ettiği politikaların da etkisi büyüktür. Yeni kurulan Türkiye’nin her alanda gerçekleştirdiği köklü değişiklikler ve uygulanan devrimler neticesinde Atatürk, cumhuriyeti hep çağdaş Batı medeniyeti seviyesine ulaştırmayı ideal, anlayış olarak benimsemiştir. Batılılaşma ve çağdaşlaşma hedefleri ışığında dış politikada da batılı ülkelerle iyi ilişkiler kurmayı önemsemiştir. Özellikle Atatürk’ün hümanist düşünce yapısı batılı ülkelerce de takdir görmüştür. 1933’de kendisini ziyarete gelen Fransız fikir-politika adamı dönemin başbakanı Eduard Herriot şöyle bir gözlemde bulunmuştur: “Batı hayatına erişebilmesi için yapacağı çok işler vardı. Bunun idraki içindeydi. İnsanlık idealinin tolerans ve her düşünceye saygısı ile rehberi olacağı inancındaydı. Mustafa Kemal’deki bu hümanizmanın milleti için vazgeçilmez şuur olması hasretini bir başka liderde bulmak mümkün değildir”[13]

Atatürk dış politikada izleyeceği stratejileri tespit ederken dogmaların, önyargıların ve ideolojilerin değil aklın, bilimin ve objektif düşüncenin rehberliğini kabul etmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin diğer ülkelerle ilişkilerinde eski dostlukları ya da düşmanlıkları değil dünyanın değişen şartlarını temel almıştır. Gerek siyasi gerekse ekonomik açıdan çok farklı özellikler arz eden ülkelerle aynı düzeyde yakınlık sağlamayı başarmıştır. Milli Mücadele sırasında Atatürk, en büyük rakiplerinden biri olsa da, Sovyet Rusya ile taktiksel bir ittifak içine girmiştir. T.B.M.M. Hükümeti I. İnönü savaşı sonrasında İtilaf devletlerinin çağrısıyla Londra Konferansı’na Temsilci gönderilmişti, üstelik bu konferansa İstanbul Hükümeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti birlikte çağrılmıştı. Bu konferansı Mustafa Kemal itilaf devletleri tarafından tanınma fırsatı olarak kullanmıştı. Atatürk’ün diplomatik dehası neticesinde Ankara’yı uluslararası bir konferansa çağırmakla karşı taraf bir yasal kişilik vermiş oluyordu.[14]Ardından Ankara Antlaşması ile Fransa ile savaşa son verilmiştir. Milli Mücadele sırasında Türkiye’ye karşı, Yunanlıları en fazla destekleyen İngiltere, Cumhuriyetin ilk yıllarında da Türkiye’ye karşı hasmane tutumunu devam ettirmiştir. Hatta Musul sorununda Türkiye’ye büyük bir haksızlık yapılmasına neden olmuştu[15]. Buna rağmen Türkiye 1926 da İngiltere ile dostluk antlaşması yapmıştır.

Atatürk’ün dış politikadaki başarısında devlet adamı kimliğinin de önemli bir etkisi vardır. Uluslararası ilişkilerde devlet adamı sorumluluğuyla hareket eden Atatürk bir devlet adamının sahip olması gereken özelliklerin başında gelen ciddiyeti de diplomasiye yansıtmıştır.  Örneğin 1937 yılında Fransızlarla Hatay konusunda kriz yaşanıyordu. Ankara antlaşmasının gereği olarak Suriye’yi terk etmeye hazırlanan Fransızlar Hatay’a bağımsızlık verilmesinde ısrar ediyorlardı. Müzakereler sürerken Atatürk’e istemesi halinde hemen Hatay’ı ülke topraklarına katabileceklerini göstermek istercesine sınır boyunda devletten izin almaksızın manevralar yapıyordu. Atatürk, dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’yı çağırarak kendisine talimat verdi: “Şimdi Adana’ya gideceksin ve sınır boyunda manevra yapan orduyu teftiş edeceksin. Bu öyle bir teftiş olacak ki ordu sivil güçlerin emrinde olduğunu iyice anlasın”[16]

Atatürk’ün uluslararası ilişkilerde bu denli başarılı olmasını sağlayan bir diğer unsur da ileri görüşlülüğüdür. Analitik bir zekâya sahip olan Atatürk, askerlik mesleğinden kaynaklanan strateji dehasını da devreye sokarak dünyanın gidişatını çok iyi irdelemiş ve Türkiye’nin duruşunu da buna göre belirlemiştir.  Falih Rıfkı Atay “Atatürk Ne İdi” isimli kitabında Atatürk’ün uluslararası konulardaki ileri görüşlülüğüne dair çok çarpıcı örnekler vermektedir:  “…Atatürk 2. Dünya Savaşı’nı daha 1933’te haber vermiştir. Ona göre savaş en geç 1940,1945 yılları arasında dünyayı birbirine katacaktı. Asıl önemlisi bu konu üzerinde büyük asker Mc. Arthur’la görüşmesidir ki 1951’de bir Amerikan Dergisi’nde çıkmış ve Türk gazetelerinde de yayınlanmıştır…” [17] Atatürk geçen savaşta olduğu gibi bu defa da Amerika’nın tarafsız kalamayacağını ve Almanya’nın da ancak bu Amerikan müdahalesi ile yenilebileceğini çok önceden öngörmüştür.[18]

89 yıl önce Amerikalı gazeteci İsac F. Marcosson'un Atatürk’e dair bir tespiti dikkat çekicidir: “Enver Paşa'nın başarısızlığıyla Kemal Paşa'nın başarısını karşılaştırırsanız, bunların strateji yönünden ne kadar farklı olduklarını görebilirsiniz. Enver amacını gerçekleştirmek için dosdoğru gider; bir duvara çarptığı zaman onu yıkmaya çalışırdı. Sonunda yenik düştü. Kemal ise bir engelle karşılaştığı zaman, onu aşana kadar sabırla bekler; genellikle de amaçlarına ulaşır. Şimdi sözünü ettiğim sabır, asker kariyerinin zirvesini teşkil eden Sakarya'da ona büyük hizmet etmiştir”[19] Marcosson’un işaret ettiği özellik bir diplomatta mutlaka bulunması gereken sabır ve kararlılığın Atatürk tarafından sergilenmiş halidir aslında…

Türkiye’nin 1932’de “Milletler Cemiyeti”ne katılması; Türk-Yunan anlaşmazlıklarının giderilerek iki ülke arasında 1930’da bir dostluk antlaşmasının imzalanması, 1934’de Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya arasında imzalanan Balkan Paktı; 1937’de Türkiye, İran, Afganistan ve Irak arasında imzalanan Sadabat Paktı, Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Hatay Sorununun çözümü ve Hatay’ın 1938’de anayurda katılması hep Atatürk’ün barışçı ve rasyonel diş politikalarının sonuçlarıdır. Atatürk’ün Türkiye’nin dış siyasası olarak saptadığı “Yurtta barış, Dünyada barış” ilkesi Atatürk’ten sonraki Cumhuriyet hükümetlerinin de dış siyasa ilkesi olmuştur.

Atatürk’ün kişiliğindeki nezaket de özellikle yabancı mevkidaşlarının Türkiye’ye yaptıkları ziyaretlerde kendisini gösteriyor ve bu da ilişkilerin son derece olumlu havada geçmesini sağlıyordu. 1923 yılında bağımsızlığını ilan eden Türkiye Cumhuriyeti’ne 1928 yılına kadar hiçbir resmi ziyaret yapılmamıştı. Birçok devlet Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir çekince içerisindedir. Ancak 1928 yılında Afganistan kralı Amanullah Han’ın ziyaretinden sonra pek çok ülke resmi devlet görevlilerini Türkiye’ye göndermeye başlamış ve bu durum Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümüne kadar sürmüştür. 1931 Temmuz'unda Irak Kralı Faysal,  1931 Ekim'de Yugoslavya Kralı Aleksandr, 1934 Haziran'ında İran Şahı Rıza, 1936 Eylül'ünde İngiltere Kralı 8. Edward, 1937 Haziran'ında Ürdün Kralı Abdullah 1938 Haziran'ında Romanya Kralı Karol, Yunanistan Başbakanı Venizelos (1930 ve 1933'de), daha sonra Metaksas ile öbür Balkan devletleri başbakan ve dışişleri bakanları, Fransa Başbakanı Herriot ve İsveç Veliahdı Türkiye’ye gelerek Atatürk’ü ziyaret etmişlerdir.  Ancak burada bir nüansa dikkat çekmek gerekmektedir. Ziyaretlerin gündemi değişmiş artık sadece Türkiye’yi ilgilendiren dış meselelerle değil, dünyayı ilgilendiren genel meselelerle de ilgilenilmiştir. Bu da yabancıların Atatürk’ün dehasına ve vizyonuna verdikleri önemin, gösterdikleri saygının bir ifadesidir.

Atatürk’ü diplomaside başarıya götüren etkenlerden biri de batılı devletlerin gözünde yarattığı saygınlıktı. Evet, Atatürk “Batılı” olmanın önemine inanıyordu ama batıya duyduğu bu ilgi hiçbir zaman için “hayranlık” olarak kendisini göstermedi. Atatürk batıyı batı yapan düşünce sisteminin hayranıydı. Dolayısıyla da hiçbir zaman batılı devletlere şirin gözükmeye çalışmadı. Onun bu duruşu neticesinde Türkiye’nin uluslararası saygınlığa daha da pekişti. Örneğin bu bağlamda dünyanın en büyük uluslararası örgütü konumundaki Birleşmiş Milletler’e Türkiye’nin de katılması gündeme geldiğinde Atatürk’ün  “Başvurmayı düşünmüyoruz ama davet ederlerse katılırız” şeklinde görüş belirterek sergilediği duruş dikkat çekicidir. Atatürk’ün bu tavrı neticesinde BM “başvuruda bulunma zorunluluğunu uygulamadan kaldırmış, 43 üyenin oy birliğiyle resmen davet etmesi neticesinde Türkiye 1932’de bu uluslar arası oluşumun bir üyesi olmayı “kabul” etmiştir. Yine Atatürk’ün diplomasideki duruşuna örnek olarak şu anektodu anımsamakta yarar vardır. Ankara Başkent olduktan sonra ülkedeki tüm büyükelçiliklerin Ankara’ya taşınmasına karar verilir. İngiltere ve Fransa Büyükelçileri dönemin dışişleri Bakanı Dr. Rüştü Aras’ı ziyaret ederek inşaatlar tamamlanana kadar büyük elçiliklerinin İstanbul’da kalmasına, iki şehir arasında gidip gelerek görev yapmalarına izin verilmesini talep ederler. Aras bu konuyu Atatürk ile paylaştığında Mustafa Kemal’in tavrının ne kadar net olduğu bir kez daha ortaya çıkar. Teklifi kesin bir dille reddeden Atatürk şöyle der : “Bu tür ufak tefek ayrıcalıklar, tavizler kapitülasyonlara dönüşür. Bunlardan kurtulmak kolay olmamıştır.”

Atatürk’ün ardından yabancı devlet adamların sarf ettikleri övgü dolu sözler Atatürk’ün ne denli başarılı bir diplomat olduğunu ve kendisini tüm dünyaya ne denli kabul ettirdiğinin bir göstergesidir aslında…

Sonuç olarak…

Yazının genelinde Atatürk’ü diplomaside başarıya taşıyan özelliklerini, tutumları irdelemeye çalıştık… Ama hepsinin özeti, Abraham Lincoln’nün bir sözünde ifadesini bulmaktadır: “Diplomasi, ulusların kendilerini gördükleri gibi tarif edebilmeleridir”

Atatürk, Türkiye’yi gördüğü ve/veya görmek istediği şekilde anlatmıştır…

Bu da Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm dünya uluslarının gözünde saygın bir konuma gelmesini sağlamıştır.


Dipnotlar ve kaynakça

[1] Timuçin Kodaman, Ekrem Yaşar Akçay, Kuruluştan Yıkılışa Osmanlı Diplomasi Tarihi Ve Türkiye’ye Bıraktığı Miras, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Aralık 2010, Sayı:22, s.75-92.

2Doc.Dr. Mustafa Budak, Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikasına Dair Türkçe Kaynak Ve Araştırmalar (1923-1945) Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, 2004, s.267-340

3Halil İnalcık, Doğu Batı Makaleler I., Doğu Batı Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2009,  s.365-366

4Ahmet Ali Karaca, Bahri Şahin, Alman Gözüyle Atatürk, TC Anadolu Bil Meslek Yüksek Okulu Dergisi, Ekim 2009,  Sayı 16, s.8

5TBMM Meclis Haber İnternet Sayfası, 23 Temmuz 2012 Pazartesi, http://www.meclishaber.gov.tr/develop/owa/haber_portal.aciklama?p1=122513, erişim tarihi 21.01.2013

6 İnalcık, a.g.e., s. 366

7Şerif Mardin, Türkiye’de Toplum Ve Siyaset, İletişim Yayınları, 17. Baskı, İstanbul, 2010, s.33

8Johannes Glasneck, Kemal Atatürk Ve Çağdaş Türkiye (III), Yenigün Haber Ajansı Basın Ve Yayıncılık AŞ, İstanbul, 1988, s. 73-74

9 Prof. Dr. Ergün Aybars. Atatürk Çağdaşlaşma Ve Laik Demokrasi, İleri Yayınevi, İzmir. 1994, s. 86

10Glasneck, a.g.e., s.74

11 İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Evrensel Boyutları, Truva Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, Temmuz 2010, s.135

12Bozdağ, a.g.e., s. 136

13Cemal Kutay, Atatürk Olmasaydı, Kazancı Kitap Ticaret AŞ, İstanbul, 1993,  s.109

14Kemal Arı, Türk Devrim Tarihi II, Burak Yayınevi, İzmir 2011, s.123

15Arı, a.g.e., s. 394-395

16Bozdağ, a.g.e., s.137-138

17 Falih Rıfkı Atay, Atatürk Ne İdi?, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2012, s.32

18 Atay, a.g.e., s.33

19Aktüel Dergisi internet baskısı, http://www.yeniaktuel.com.tr/tur110,122@2100.html, erişim tarihi 20.01.2013