google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Anılarda Yaşayan Kemeraltı

“…Kemeraltı’nda bütün gün çınlayacak olan İzmir’in sesidir. O ses de insanlar gibi bütün gün akacaktır. Say ki bir türküdür. Evet, evet bir türküdür Kemeraltı. Çatallı seslerin mayhoş sözcükleri sıkça tekrarladığı bir tuhaf bir türkü… Kışın yağmurda, yaşta, yazın kızgın güneşte çır çır çağırmaktır kimilerinin işi ve Kemeraltı’nı Kemeraltı kılmak demektir bu…”

Böyle tanımlıyor İzmirli edebiyatçı Hüseyin Yurttaş Kemeraltı’nı...[1]        

 

***

                                                                                                             

Aslında, İzmirli olup da orta yaşın üzerindeki yaşlarını sürmekte olan herkesin usunda ve hayalinde farklı ve özel bir Kemeraltı anısı ve tanımı yok mudur?

Kimi zaman çocukluk hayallerini süsleyen “bayramlık elbise”dir Kemeraltı…

Kemeraltı, kimi zaman Hava Sokağı’ndan filesini doldurup evine dönen bir babanın ailesine duyduğu sevginin adıdır…

Bazen sevgiliyle gidilmiş ilk sinema, film izlerken ilk el ele tutuşma anıdır Kemeraltı…

Kemeraltı bazen de vitrinlere bakıp iç geçiren yoksulluğun diğer ismidir…

 

***

 

Kemeraltı…

Aslında bir ticaret merkezi…

O amaç doğrultusunda ortaya çıkmış zaten…

Ama sadece İzmir’in ekonomisinin sembolü olmaktan çok öteye gitmiş ve İzmir’in bir yaşam biçimi haline gelmiş…

Eski İzmir’i özleyenlerin nostalji yüklü anılarında başköşeye yerleşmiş Kemeraltı…

“Dünyada Kemeraltı gibi 6 adet camisi, 6 adet havrası ve 1922 Eylülü’ne kadar kiliseleri de olan tek tanrılı üç dine inanmış, insanların hep birlikte yaşadıkları, emsalsiz sevgileri ve dostlukları yaşatmış, müstesna öfkeleri ve çirkinlikleri bünyesinde barındırmış başka bir bölge yoktur. Varsa da bir elin parmaklarının sayısını geçer mi?”

Geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan Kemeraltı’nı tanıtan yazısında bu tarihi mekânla ilgili olarak şu bilgileri veriyor Doç. Dr. Oktay Gökdemir:

“Adını bugün Kemeraltı Camisi olarak da bilinen Ahmet Ağa Camisi’nin inşası sırasında yapılan bir kemerden alan Kemeraltı, içinde barındırdığı tarihsel ve kültürel değerlerle İzmir’in en önemli sembol mekânlarından birisidir.17. yüzyıldan beri kervanlarla taşınan ticari emtianın ihraç edildiği bir liman işlevi gören iç liman ticaret merkezi olma özelliğini taşıyordu.1852’de çıkan bir yangından sonra büyük zarar gören Kemeraltı İtalyan mimar Storari tarafından yapılan bir plan neticesinde yeniden düzenlenmişti. Sokakları, hanları, çeşmeleri ile İzmir’in ekonomik ve sosyal yaşantısına damgasını vuran Kemeraltı içinde barındırdığı Elhamra Sineması ve Milli Kütüphane binalarıyla kültürel açıdan da İzmir’in en hareketli mekânlarından biriydi… Dünyanın bilinen en eski çarşılarından biri olan Kemeraltı aynı zamanda doğu batı ticaretinin en önemli kesişme noktalarından biriydi. İzmir’in 17. Yüzyıldan başlayarak Doğu Akdeniz’in en parlak liman kentlerinden biri haline gelmesinde Kemeraltı’nın ayrı ve özellikli bir yeri vardı…”[2]

 

***

 

Araştırmacı-yazar Yaşar Aksoy ise Kemeraltı’nın tarihini daha da eskilere götürüyor:

“Kemeraltı’nın geçmişi yüzyıllar öncesine dayanır. Eldeki tarih belgelerine göre İzmir’de 10. yüzyılda liman,  Hisar Camisi’nin bulunduğu yere kadar gelmekteydi. Limanın ağzında ise ilk kez 12. Yüzyıl başlarında Bizanslılar tarafından kurulan İzmir Liman Kalesi yer almaktaydı. Osmanlıların Yıldırım Beyazıt döneminde kentin bu kesimini almak amacıyla yaptıkları saldırılara karşı, İzmir Liman Kalesi’ni düşürmek 1402’de iç limanı taşlarla doldurarak kaleyi denizden korumasız bırakan, Timurlenk’e nasip olacaktı. Üç hafta süren bu yaman kuşatma sırasında Timur’un yağız Asyalı askerleri Kadifekale sırtlarından sürükleyip dev taşlarla limanı doldurmayı başarabilmişlerdi. Bunun sonucunda da sonraları Kemeraltı diye adlandırılan kıvrımın iç bölgelerinde yeni bir yerleşme baş göstermişti. 1400’lü yıllardan itibaren denizden doldurulan bu yörede Türkler giderek camiler, hanlar, medreseler, şadırvanlar, hamamlar ve sebiller kurmaya başlıyorlardı. Yöre böylece Türklerin önemli ölçüde egemen oldukları ve ticaret yaptıkları bir merkeze dönüyordu. Kemeraltı Caddesi de ticaretin ağır bastığı bu yerleşim bölgesinin ortasından geçen canlı bir atardamar kimliğine bürünmekteydi. İzmir’de 1804 yılında yönetimi ele geçiren Katipzade Mehmet Çelebi adlı ünlü bir derebeyi ise limanın önünde, tam Kemeraltı Çarşısı’nın başladığı köşeye bu kez büyük bir konak yapmıştı. Gece gündüz Türk silahçıların nöbet tuttuğu Katipzade Konağı ile yolun öteki yakasında bulunan Seraskerlik binası, (Sonradan Ankara Palas Oteli’nin yapıldığı yer) arasında büyük bir taş kemer vardı. Çarşıya taş kemerin altından geçilerek giriliyordu. Bazen Kemeraltı adının bu kemerden geldiği öne sürülüyor. Oysa tarihsel kaynaklar bundan 200 yıl önceye kadar tüm çarşının da Anafartalar Caddesi boyunca kemerlerle süslenmiş olduğunu belirtir. Tilkilik’teki Hatuniye Camisi önlerinden başlayan ve arasta adı verilen bu kemerler bazen tahta, bazen taş olarak yol boyunca çarşıyı aralık ve boşluklar da bırakmak suretiyle üsten kapatırdı.”[3]

17. yüzyılda Osmanlı’nın en büyük ticaret merkezlerinden biri konuma gelen İzmir’de limana gelen gemilerin mallarını pazara sundukları bir alan olduğundan daha o yıllarda birçok ticarethanenin açıldığı Kemeraltı’nda bu inşa edilmiş en eski yapı 1744’te yapılan Kızlarağası Hanı’dır. Yıllar içinde dükkânlarıyla, esnafıyla dar gelirli vatandaşın alışveriş yapmak için akın ettiği Kemeraltı sosyal yönüyle de ağırlık kazanmaya başlamıştır.

Cumhuriyet dönemine kadar geleneksel yapısını koruyan Kemeraltı’nın 1922 yılındaki büyük yangınla birlikte büyük bölümü yanmıştır.

İzmir’i Sevenler Platformu Başkanı Sancar Maruflu Kemeraltı’nın tarihine dair kitabında şu bilgileri vermektedir: “16. 17.18. ve 19. yüzyıllarda Doğu Akdeniz ticaretinin en önemli merkezi olan, İpek yolu ve Baharat yolu güzergâhlarının kavşak noktası olan Kemeraltı’nda geleneksel çarşı-pazar kültürü ile birlikte kalıcı bir gastronomi, han ve kahvehane kültürü oluşmuştur. Bu kültürel olgu 20. Yüzyılda ve Cumhuriyet döneminde Kemeraltı’na özgü yepyeni bir oluşumu efsaneleştirmiştir.” [4]

 

***

 

İzmirli tanınmış yazar Tarık Dursun K. Eski Kemeraltı’na duyduğu özlemi şöyle dile getiriyor yazısında…

“Kendi kendime sordum? Niçindi? Acaba yıllar öncesi, limandan kente büyük ve görkemli bir kapının kemeri altından giriliyordu da ondan mı Kemeraltı’ydı? Olabilir. Ne kadar yıllar ve yıllar öncesi peki? Bilemiyorum. O Kemeraltı’nın ucu ona bugünkü kadar uzak olmayan denizin hemen kıyısından başlardı. Küçük bir meydan girişi vardı; ortasında süslü ve ince yapısıyla bir de saat kulesi. Yanı başında soyluluğunu mazi çinilerinden alan küçük bir cami, gerisinde beyaz taştan Hükümet Konağı ve sağına düşmüş Sarı Kışla. Bunların hiç biri şimdi yok. Saat kulesi, sanki yerinden edilip başka bir yere taşınmış gibi bana yadırgatıcı geliyor. Yanan ve yenisi yapılan Hükümet Konağı da öyle. Sarı Kışla yıkıldı. Benim de aralarında bulunduğum birçok kuşak erkekleri hep o kışladan askere gitmişlerdi. Hatırlıyorum. Kemeraltı’nın sahiden Kemeraltı olduğu yıllarda girişini Hükümet Konağı ile birlikte Ankara Palas Oteli tutardı. (Basmane’deki eski sakız evlerinden bozma sözde otelleri saymazsanız. Ankara Palas, İzmir Palas’la kentin önde gelen iki otelinden biriydi. Adı üstünde Ankara Palas’tı ve İzmir’e gelen seçkin kişilerin her zaman indikleri tek oteldi) Ankara Palas’ı geçtiniz mi solda Hükümet Konağı’nın halka açık giriş kapısı, sağda Mili Kütüphane’ye, oradan Bahri Baba Parkı’yla Piçhane yokuşuna uzanan dar, paket taşlı bir cadde karşılardı sizi. Köşedeki Yapı Kredi binasını ne zaman yapmışlardı? Bilemiyorum. İlk gençlik yıllarımda da vardı çünkü ve sanki onu orada hep bizi bekliyor bulmuştuk…”

 

***

 

Kemeraltı’na dair kaleme alınan tüm yazılarda, anlatılan tüm anılarda hem eski Kemeraltı’na duyulan özlemin izlerini bulabilmek mümkün. Kemeraltı’nın mimarı yapısı elbette yıllar içinde değişmiş durumda (Hala tarihin izini yansıtan kimi yapılar duruyorsa da… Ve yıllar sonra en nihayet Kemeraltı elden gibi gidiyor diyerek koruma planları yapılsa da) Ama mimari yapısından da öte, ruhunun erozyona uğramış olması “Eski İzmir’i yaşamış olanların yüreğini burkuyor ister istemez…

 

***

 

Nerede o anlatılan eski nezih meyhaneler?

Nerede içki içme adabının ve raconunun adeta kurallaştığı ve kurumsallaştığı yılların Kemeraltısı?

“İlk kez Havra Sokağı’nda ve Meyhane Boğazı denilen bölgede açılan sıra meyhaneler, tam anlamıyla şarabın ve rakının en güzelinin bardak bardak içildiği envai çeşit mezelerin bulunduğu meyhanelerdi. İlk başlarda Müslüman İzmirlilerin gizli gizli uğradıkları bu mekânların ilk müdavimleri genellikle Kemeraltı’nın gayri Müslim sakinleriydi. Meşrutiyet yıllarından itibaren canlılık kazanan, henüz denizi doldurulmamış Konak Kordonboyu’nda bulunan meyhanelerle Konak’tan Basmane’ye kadar uzanan ünlü Anafartalar Caddesi’nin etrafında yer alan Beyler sokakları ile Veysel Çıkmazı Meyhaneleri genellikle öğleden sonra canlanan İstanbul usulü içkili lokantalardı.[5]

“…Havra Sokağı, Kestane pazarı ve Hisarönü İzmir’in, Kemeraltı’nın simgeleridir. Nice portreyle, öyküyle ve sedayla doludur bu sokaklar ve çarşılar… Her birinin duvarlarında geçmişten günümüze uzanan insan yüzlerini görebiliriz. Pervazlarında asılı kalmış mekân ve zaman hikâyelerini okuyabiliriz. Köşe başlarında tarihin derinliklerinden gelen sesleri işitebiliriz… Yeter ki onları görmek, okumak ve işitmek isteyelim…” diyor Mehmet Şakir Örs “Kemeraltı’ndan Sesler Yüzler” isimli makalesinin girişinde…[6]

 

***

 

Görebilmek için hissedebilmek, hissedebilmek içinse yaşamak lazım…

Yaşayanlar hayatta hala.

Ama genç neslin, moda tabirle yeni jenerasyonun ne Kemeraltı’ndan haberi var ne de bu tarihi çarşının bağrında saklı duran anılardan…

Çünkü yeni nesil AVM nesli… Hafta sonlarını alışveriş merkezlerinde tüketen ve tıkıldıkları bir dev bina içinde nefes aldığını sanan bir nesil…

Soruyor Sancar Maruflu:

"Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir’in ilk içkili mekânlarının Mili Kütüphane ya da Elhamra Tiyatrosu’nun arka tarafında açıldığını bilmem biliyor musunuz? Ellili yılların ortalarına kadar şimdiki Konak Otoparkı’nın yerinde cezaevi vardı. Kemeraltı Otelleri ile sabahçı kahveleri mahkûm yakınlarını da ağırlamıştır. Kemeraltı’nda Atatürk’e suikast düzenleyenlerin asılmaları bile yaşandı. Kemeraltı her şeyiyle bir efsaneydi. Sadece lokanta, meyhane ve kahvehaneleri değil Kemeraltı’nın pastane, sinema ve diğer mekânları da ünlüydü. Her biri apayrı bir kültür efsanesiydi. Özellikle tiyatro ve sahne sanatçıları, Yanyalı Recep’in işlettiği İsmet Gazinosu, Elhamra Tiyatrosu ve Devlet Tiyatrosu’ndaki oyunlarından önceki zamanlarını mutlaka Kemeraltı’nda kıraatlandırırlardı. Şükran, Meserret, Güzel İzmir, Kemahlıoğlu Ankara Palas gibi oteller bir dönemin en gözde İzmir-Kemeraltı otelleriydi. Yetmişli yıllara kadar İzmir’deki yerel gazetelerin çoğunun bürosu ve matbaası Kemeraltı’ndaydı. Gazeteci yazarlar Kemeraltı’na canlılık katarlardı. İzmir’e gidip gelen herkes mutlaka Kemeraltı’nı ziyaret ederdi. Şimdiki Kemeraltı gecelerinin sessiz ve ıssız kalmasının tek nedeni konaklama, meyhane, pastane ve kahvehane kültürünün sosyal yaşamla birlikte çökertilmiş olmasıdır. Kemeraltı’nın gündüz müdavimleri de olmalıdır gece müdavimleri de olmalıdır. Eskiden Kemeraltı’nın gece müdavimlerinden Karşıyakalı olanları Konak Vapur İskelesi’nden kalkan son vapuru kaçırdıklarında Kemeraltı’ndan Anafartalar’ın derinliklerine dalıp güvenlik içinde Basmane Tren İstasyonu’na ulaşıp nakliye trenleriyle Karşıyaka-Çiğli-Menemen taraflarına gidebilirlerdi. Şimdilerde Kemeraltı’na gece girebilmek güvenlik açısından güç ve zordur.”[7]

Sancar Maruflu’ya hak vermemek elde mi ki?

Kim göze alabilir gecenin bir vakti Kemaraltı’nın labirent misali sokaklarında yürümeyi… Zamanında gece geç saatlere kadar Levanten, Müslüman, Ermeni her kesimden centilmenlerin pırıl pırıl takım elbiselerini giyerek gezindiği, alımlı bayanların parfüm kokusuna boğduğu Kemeraltı’nın sokaklarında artık geceleri kimler cirit atıyor?  Ve ne için?

“Şimdilerde, Alsancak’taki kıvamsız, seviyesiz ve ölçüsüz bar ve cafe kültürünün Kemeraltı’na kaydırılması hiçbir işe yaramaz. Asıl önemli olan 15-20 yıl öncesinin “Kemeraltı”sındaki gece kültürünün yeniden canlandırılmasıdır. Kemeraltı’ndaki yaşam kendine özgü, özel bir yaşam biçimidir. Kemeraltı’nda kıvamlı yenilir, seviyeli içilirdi. Kemeraltı meyhane sofralarında yemek ve imek bitince yemeğin ve içkinin üzerine sade kahve ile birlikte mutlaka kanyak yerine acıbadem likörü veya Altın Likörü içilirdi. Gün ve gece tatlıya bağlanırdı. Yani her şeyin bir başı bir de sonu vardı. Üsluba ve racona uygun olanlar yapılırdı. Kemeraltı’na özgü usul ve yöntemler mevcuttu. Kemeraltı’nın kendine özgü özel kuralları vardı. Şimdilerde düşünüldüğü gibi kopyaya ya da taklide gerek yoktur. Öze dönülürse her şey kendiliğinden hallolur. Yeni baştan bir Kemeraltı yaratmaya hiç gerek yok”. [8]

 

***

 

Öze dönülebilir mi?

Denenebilir mi?

Kemeraltı Koruma Planı kapsamında artık…

Elde kalanı koruma çabası bir anlamda…

Öze dönülebilir mi peki?

İnsanlar AVM’lere sırtını dönüp yine Kemeraltı’na döner mi?

Kapısını kilit vurulan nostaljik dükkânlar yeniden faaliyete geçer mi?

Belki bu bir ütopya…

Ama yine de, her şeye rağmen bir Kemeraltı var…

Ve o Kemeraltı bizim…

Gitmesek de, görmesek de…

Tarık Dursun K.’nın eski Kemeraltı’na özlemini aktardığı satırlar bu yazının final cümleleri olmayı hak ediyor bence…

…Hepimiz hatıralar kadar uzun ömürlü ve temizdik. Hatırlıyorum… Yangın Yokuşu’na varana dek bütün arka sokaklar aile evleriydi.  Bir odada herkesin yaşadığı evler. Rıza Bey aile evleri, Eski İzmir Yahudi kızları, Adalılar, Giritliler, Ermeniler, Çingeneler, Kürtler, Boşnaklar, Arnavutlar, Rumelililer; dostluklar, yoksulluklar, dayanışmalar, susam yağında pişen, pamuk yumuşaklığındaki lokmalar, her ölünün ardından gözyaşı yerine dökülen irmik helvaları, ıspanaklı boyozlar, tava yumurtaları, fırında ayvalar ve kapı eşiklerinde göğüslerini cömertçe seyre açmış ikindi serinliğindeki geçmiş zaman kadınları. Eteklerindeki kavrulmuş tuzlu karpuz çekirdekleriyle kadınlardan bir çıt çıtlar korosu. İkindi bütün edebiyle kente inerdi. Bunları ne unuttum ne bir şey. Hatırlıyorum ve asla unutmuş olamam. Çünkü bir Kemeraltı vardı o Kemeraltı yine var. Çünkü o bizim Kemeraltımızdır…”

 

 

 

Dipnotlar ve kaynakça

 

 

 

[1] Hüseyin Yurttaş, “Bir Türküdür Kemeraltı”,İzmir Kent Kültürü Dergisi, sayı 4, İzmir, 2001, s.133

 

2 Oktay Gökdemir, Ege’den Dergisi,Sayı 8, İzmir, 2011 sayfa 42-43

 

3  Yaşar Aksoy, Kemeraltı İnsanları, İzmir Kent Kültürü Dergisi,  Sayı 4, İzmir, 2001, s.139

 

4 Sancar Maruflu, İzmir Güzellemesi, Ege Kültür Platformu Yayınları, 2. Basım, İzmir 2009, s.107

 

5 Maruflu, a.g.e, s.108-109

 

6 M.Şakir Örs, “Kemeraltı’ndan Sesler Yüzler” İzmir Kent Kültürü Dergisi, sayı 4, İzmir, 2001, s.124

 

7 Maruflu, a.g.e,s118-119

 

8 Maruflu a.g.e. s.120