google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Tolstoy'un Bisikleti

Fikirlerine değer verdiğim, saygı duyduğum bir büyüğüm var.

Çok eski bir dostumun da babası aynı zamanda.

Yetmiş yaşını çoktan geride bırakmış…

Geçenlerde karşılaştık; çay içiyordum, masaya davet ettim.

Çocuklar gibi heyecanlı bir hali vardı sohbete başlarken.

Gözlerinin içi parlıyordu.

“Yeniden öğrenci oluyorum Uğur.” dedi bakışlarına yerleşen bir gururla.

Zamanında hukuk fakültesinde öğrenciymiş.

Yarım bırakıp başka bir bölüme geçmiş.

Beş altı ay kadar önce af çıktığını duymuş, hemen eski okuluna gitmiş, kaydını yenilemiş. 

Ders programını vermişler fakülteden.

Nasıl mutluydu gireceği dersleri gösterirken, anlatamam…


***


Elektronik ustası bir arkadaşım var.

Yıllardır her türlü tamirat, tesisat işlerinde soluğu dükkânında alırım.

Babası “Benden bu kadar, artık dükkân senin, gemini kendi başına yürüt.” demiş; ceketini almış, çekmiş gitmiş.

Bir gün, bizim evde çanak anten montajı yapıyordu.

Hem çalışıyor, hem de havadan sudan sohbet ediyorduk.

Babasını sordum laf arasında, anlattı.

Bilgisayar programcılığına merak sarmış babası.

Kafasına koymuş, altmışından sonra bilgisayar programı yazmayı öğrenmiş.

Hatta işi öyle ilerletmiş ki, özel bir eğitim merkezinde bu işin hocalığına da soyunmuş.

Bilgisayar programcılığına ilgi duyan, torunu yaşındaki gençlere ders veriyormuş artık.


***


“Tolstoy’un bisikleti” kavramını hiç duymuş muydunuz daha önce?

Hikâyesi şöyle…

67 yaşındayken oğlunu kaybetmiş Tolstoy...

Yas tutuyor, acısıyla başa çıkmaya çalışıyormuş. 

Aynı dönem, Moskova Bisiklet Sevenler Derneği, büyük yazara anı olarak bir bisiklet hediye etmiş.

Evinin bahçesinde, eşi Sonya’nın endişeli bakışları altında, kendi kendine, düşe kalka bisiklete binmeyi öğrenmiş Tolstoy.

67 yaşında tanıştığı bisikletin pedalına bastıkça geride bırakmış acısını…

Umutlarıyla, hayalleriyle barışmış yeniden.

Ve kimse indirememiş ünlü yazarı artık bisikletinden.

Yıllar içinde “Tolstoy’un bisikleti” sadece bir bisiklet olmaktan çıkmış…

Hayatta hiçbir şey için geç olmadığını ispatlamak için kullanılan bir kavrama, metafora dönüşmüş.


***


Tolstoy’un bisikleti gibi başka örnek olaylar da var…

Örneğin İnönü…

Rahmetli Erdal İnönü “Anılar ve Düşünceler” isimli kitabında babası İsmet İnönü’ye dair bir anekdotu aktarır.

Almancayı ve Fransızcayı Harp Akademisi’nde okurken öğrenen İnönü 53 yaşında İngilizce öğrenmeye karar vermiş. 

“Bu yaşta talebe gibi ne yoruyorsun kendini?” dermiş annesi.

“Benim hala istikbalim var.” yanıtını verirmiş İsmet Paşa.

Özel dersler alan İnönü birkaç yıl sonra,  yabancı devlet görevlileriyle tercüman kullanmadan, şakır şakır İngilizce konuşmaya başlamış…

Rahmetli Kemal Sunal’ın hikâyesi de ilham vericidir bu bağlamda…

1980 öncesinde, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğrenciymiş büyük sanatçı.

Siyasi olaylar, çatışmalar sebebiyle, okulunu yarım bırakmış Kemal Sunal.

1992’de afla geri dönmüş…

Dile kolay, 27 yıl sonra almış diplomasını.

Hatta “tamam” dememiş, üzerine bir de yüksek lisans yapmış.


***


Bu başarı öykülerine yenilerini de eklemek mümkün.

Hatta eminim, sizin de çevrenizde vardır böyle ilginç örnekler.

Sadece “azimle” açıklayabilmek mümkün mü bu başarıları?

Sanmıyorum…

“Azim” kelimesi yetersiz kalıyor bana kalırsa bu zaferleri tasvir ederken.

Bu başarıların arkasında farklı bir itici güç var ki, bunun adı bence “Yaşama bağlılık.” 

Ve...

Bu bağlılığın beslendiği “Protest bir yaşam felsefesi” aynı zamanda.

Evet, protest…

“Ne gerek var?” ya da “Otur oturduğun yerde.” telkinlerine başkaldıran bir duruş yani…


***


Toplumsal bilinçaltının her yaş dönemine biçtiği roller var.

Acımasız, hoşgörüsüz bir takvime itaat etmesi bekleniyor kişiden.

Birileri, fütursuzca başkalarının kum saatlerini döndürme hakkını bulabiliyor kendisinde.

Gençlikte boğucu bir “Evlen artık, yuva kur.” baskısıyla karşı karşıya geliyor örneğin insan.

Bu arada, “Yaşın geçiyor” veya “Evde kalmak” gibi saçma sapan yaklaşımların sadece bize has olduğunun da altını çizmek gerek… 

Yaş ilerleyince, malum baskı özünde aynı kalsa da, şekil değiştiriyor.

Artık sadece torununu elinden tutup parka götürme misyonunu biçiyor toplum bireye. 

Ya da uhrevi aleme hazırlanmasını bekliyor.

“Kırkından sonra saza başlayan kıyamette çalar.” deyişi bu bilinçaltının dışa vurumu değil mi?

 “Unu eleyip, eleği asmak” ifadesi de…

“Yaş yetmiş, iş bitmiş.” yaklaşımı da…


***


Çoğunluk, direnmeksizin kabul ediyor yaş dönemine biçilen bu rolleri.

“Tiye” alınmak, dışlanmak korkusuyla

Ayıplanma endişesiyle belki de…

Sonuç?

“Keşke”ler içinde beklenen bir ecel…

Yarım kalan hayalleri düşünerek geçirilen son yıllar…


***


Bu başkaldırıyı sergileyenlere, bu "çılgın ruhlar"a  hayranlık duyuyorum ben.

Huzurevinde kalırken evlilik akdiyle hayatlarını birleştirenlere “Helal olsun” diyorum içimden.

Saçlarında tek bir siyah tel kalmasa da, liseli sevgililer gibi el ele, farklı ülkelere, gezmeye giden pinpon çiftlere bayılıyorum.

İlerleyen yaşına bakmadan, dövme yaptıranlara, küpe takanlara da saygı duyuyorum.

67 yaşında bisiklete binmeye başlayan Tolstoy’a da…

Hiç eleştirmiyorum, sorgulamıyorum; bilakis takdir ediyorum.

Kendilerine dikte edilen hayatları değil, kendi istedikleri hayatları yaşıyorlar onlar.

Ve bedenen olmasa da, ruhen ölüme meydan okuyorlar.


***


Kıskanç ve kaprisli bir sevgiliye benziyor yaşamak.

Sevginizde, heyecanınızda en ufak bir azalma hissederse,  bırakıp gidiyor sizi.

Tutkulu bir aşık gibi kendisine sarılmanızı bekliyor sizden.

Siz ne kadar bağlanırsanız o da o kadar bağlanıyor size.

Çevremdeki tüm yaşını almış kimselere hayattan kopmamalarını öneriyorum bu yüzden.

Mutlaka kafalarını yeni bir şeylere sarmalarını…

Kendilerine hobiler icat etmelerini…

Hayallerinin peşinden gitmelerini…

“Bizden geçmiş” yaklaşımı Azrail’in davetiyesini postaya vermek aslında.

Ya da cesaret yoksunluğunun itirafı.


***


İnsan, pekâlâ, altmışından sonra da yabancı dil öğrenebilir.

Bir müzik aleti çalmaya başlayabilir.

Resim, heykel yapmaya da karar verebilir.

Tamam, beyin fonksiyonları nispeten yavaşlamış olabilir, ama durmaz.

Yaşı ilerlemiş bir insan, genç bir dimağın bir kerede kavrayacağı bir şeyi birkaç kez okuduktan, denedikten sonra öğrenir belki…

Ama sadece öğrenme süreci biraz daha uzar, hepsi o…

Hiçbir zaman, hiçbir şey sizden geçmez.

Ve hiçbir hayal için de geç kalınmış değildir son tahlilde. 

Tam tersi, yapmak zorunda olduğu şeyleri tamamlayan insan, yapmak istediklerine çok daha derin odaklanabilir bence. 

Olgunluk, öğrenmeyi daha da keyifli kılar.

Kendisini geliştirmek için öğrenen,  sınıf geçmek için öğrenenden daha başarılı olur hatta. 


***


“Hayatta unutamayacağımız en büyük pişmanlık, pişman olurum diye yapmadıklarımızdır” demiş Tolstoy…

Demekle de kalmamış, 67 yaşında bisiklete binmeyi öğrenerek hayalini gerçekleştirmiş.

Kuvvetle muhtemel kendisini eleştirenler çıkmıştır zamanında.

“Yakışıyor mu koskoca yazara?” diyenler de olmuştur mutlaka.

Ama o dinlememiş…

Belki de mutluluğun formülü burada.

“Bu yaştan sonra olur mu, yakışır mı?” diyenlere “nanik” yapmak.

“Yaş 35 yolun yarısı eder.” diyen Cahit Sıtkı 46 yaşında yummuş gözlerini.

Hal böyleyken, bu kısa hayatta, korkulması gereken kavram  “geç kalmak” değil aslında…

Asıl korkulması gereken “Vazgeçmek”… 

Şartlar gereği belki öteleyebiliriz hayallerimizi…

Ama iptal etmek çok farklıdır ötelemekten…

İçmek zorunda kaldığı baldıran zehrinin etkisini göstermesini beklerken bile susmamış Sokrates…

Son saatlerinde bile başında bekleşenlere bir şeyler öğretmeye çabalamış.

Yaşamak, insanın son anına kadar bir amacının olması.

Ölmek dediğimiz şey ise , hayallerle, ideallerle vedalaşmak aslında…





YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...