google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

KKK

Geçenlerde,  insan davranışlarına dair söyleştiğim bir psikolog dostumdan öğrendim bu kısaltmayı.

KKK…

Yani, “Kendini koşulsuz kabul.”

Topu topu üç harf…

Ama sembolize ettiği öğreti, verdiği mesaj belki de hayatın sırrına denk…

Aslında, “olgunlaşma” dediğimiz erdemin şifresi KKK.

Ya da “Z”sini asla göremeyeceğimiz tekâmül alfabesinin “A”sı…

KKK,  insanın kendisiyle imzaladığı bir iç barış antlaşması gibi.

Hayatı ve insanları kabullenmek, insanın önce kendisini kabullen(ebil)mesiyle başlamıyor mu son tahlilde?

KKK örneğindeki gibi “koşulsuz”ca…

Olduğu gibi yani…


***


Hep mükemmeli aramaktan belki de mutsuzluklarımız, hayal kırıklıklarımız…

Ya mükemmel olmalı her şey, ya da hiç olmamalı.

Dualiteye direnişle harcıyoruz belki de ömrümüzü.

Her şeyin aynı zamanda zıddıyla mevcut olabileceğini kabul etmiyoruz, kabul etmek istemiyoruz ya da.


***


Beyaza odaklanıyoruz sürekli.

Beyazı seviyoruz, beyazı istiyoruz.

Ama beyazı beyaz yapan siyahın ta kendisi değil mi aslında?

Siyah olmadan beyaz da olmaz.

Beyazı seviyorsak, siyahı da sevmemiz gerekmez mi, bizi beyazla buluşturduğu için?


***


Sadece mutlu olmak istiyoruz örneğin.

Oysa mutsuzluklarımızın bize mutluluğun gerçek değerini öğrettiğini görmüyoruz.

İşimize gelmiyor belki de görmek.

Mutluluğu sadece gülmek,  eğlenmek, keyif almak şeklinde tarif ediyoruz.

Hedonist yanımızın ağır basmasından belki de…

Oysa acıyı bilmeden, yaşamadan gerçek mutluluğu tanıyabilir, tanımlandırabilir miyiz?

Her şey zıddıyla değerlidir hayatta.

Üşümeyen sıcağın, yorulmayan uykunun, ağlamayan gülmenin tadını keşfedebilir mi?

Kış olmasa baharın değeri kalır mı?

Karanlık yoksa kıymeti anlaşılır mı aydınlığın?


***


Başkalarına sunduğumuz görüntüyü o denli önemsiyoruz ki, kendi kendimize sunduğumuz gerçek “biz”i göremiyoruz.

Görmek istemiyoruz belki de…

Saygı görmenin, sadece insanlara istediği davranışları sergilemekten geçtiğine inandırıyoruz kendimizi.

Mükemmel olarak anılmak, kabullenilmek istiyoruz hep…

Kusursuz olduğumuz oranda değer göreceğimize inanıyoruz.

Ama kusursuzluğa giden yol da kusurlardan geçiyor.

Kusurlarımızı bilmekten, kusurlarımızla yüzleşmekten…


***


Kabullenmek sevmek değildir elbette.

Ama yüzleşebilmektir biraz da kabullenmek.

Tıpkı hekimin önce tanıyı koyması gibi.

İnsan değişip değişemeyeceği sorusu her zaman tartışmaya açıktır.

Belki bir nebze de olsa değiştirebiliriz kendimizi.

Ama kişiliğimizin oluşumu esnasında kazandığımız tutumlar bizimle birlikte yaşar ömür boyunca.

Ve bunları kabullenmektir kendimize karşı dürüst olabilmemizin yegâne yolu.

Kendi kendimize yaptığımız “ben buyum” itirafıyla başlar yüzleşme...

Ancak o zaman bakmak görmeye dönüşür.

Ancak o zaman aynadaki yansımamız belirginleşir.


***


Meşhur “Kendini bil” öğretisinin bir önceki merhalesidir insanın kendisini kabullenmesi.

Kendini bilmek, kendini kabullenmekle başlar zira…

Nelere ve nereye kadar “eyvallah” diyebileceğini bilmektir insanın kendisini kabullenmesi.

Kişinin kendisinden emin olmasıdır kabullenmek.

Artıları kadar eskileriyle de, doğruları kadar yanlışlarıyla da yüzleşebilmesidir.

Teslimiyet mi?

Hiç de değil, bilakis bir “nirvana” anıdır insanın kendisini kabullenmesi.

Tutarsızlıklarına, çelişkilerine nokta koyduğu andır o kabulleniş…

İnsan tanımadığını, bilmediğini sevemez.

Kendisini sevebilmesi de insanın kendisini kabullenmesiyle mümkündür bu bağlamda... 


***


Dünyanın gelmiş geçmiş en zengin insanlarından biri kabul edilen Rockefeller’in “pembe gazete”sini bilir misiniz?

John Davison Rockefeller 98 yaşına geldiğinde, artık sayılı günleri kaldığından, oğullarının aklına bir fikir gelmiş.

Sahibi oldukları gazetelerden birine her gün babaları için tek bir nüsha gazete basılması talimatını vermişler.

Son günlerini çok mutlu geçirmesini istemişler Rockefeller’in.

Gazetedeki bütün haberler düzmeceymiş.

ABD Başkanı örneğin sürekli Rockefeller’i öven demeçler veriyormuş.

Şirketlerinin hisse senetleri kapanın elinde kalıyormuş.

Dünyanın dört bir yanından ödüller yağıyormuş iş adamına.

Vs…

Nitekim, hasta yatağında, hep o tek nüsha basılan pembe gazetedeki haberleri okuyarak mutlu bir biçimde göçmüş gitmiş bu dünyadan Rockefeller.

Bizim de yaptığımız aslında başkalarına ve kendimize her gün yeni pembe gazeteler hazırlamak.

Yani La Fontaine’nin meşhur fablındaki öküze öykünen kurbağadan farkımız yok bu bağlamda.

Olduğumuzu kabullenmiyor, olmak istediğimizi yaşıyoruz.

Ya da yaşadığımızı sanıyoruz.


***


Hiç birimiz mükemmel değiliz.

Hepimizin kusurları var.

Kırmızı çizgileri, zaafları var.

Ve bunlar o kadar doğal ki.

Beyazı beyaz yapan siyahlarımız hepsi.

Sevmediklerimizi değiştirmek için mücadele etmeye, tamam…

Ama ya değişmiyorsa…

İşte tam da bu noktada KKK öğretisi sahneye çıkıyor.

İnsanın kendisini gerçekten tanıması, kabullenmesiyle başlıyor zira.



***


Hatalar yapacağız.

Korkmamalıyız hatalarımızdan.

Hatalarımız bizi kendi doğrumuzla yüzleştirir aslında.

Hatalarımızdan dersler çıkaracağız.

Zira hayatı öğrenmenin yegâne yöntemi deneme yanılma.

Deneye deneye, yanılıp; dersler çıkara çıkara hayatı tanıyacağız.

Ve çıkardığımız her ders bizi bize biraz daha yaklaştıracak.

Bizi kendimizle biraz daha yüzleştirecek.

Ya kendimizi kabulleneceğiz.

Ya da devekuşu misali, kafamız kumun içinde yaşamaya devam edeceğiz….



YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...