google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Kayıp Rüyaların Valsi

Bestelerini büyük zevkle dinlediğim, beni çok etkileyen müzisyenlerden biridir Manos Hatzidakis.

Oscar ödülü sahibi, dünyaca ünlü Yunan müzik adamı Hatzidakis 1994 yılında vefat etti.

Ardında unutulmaz 80 film müziği bırakarak…

Ki, bunlardan bir tanesi  -ve benim en çok sevdiğim- “Lost Dreams” (Kayıp Rüyalar) Filmi’nin müziğidir.


***


Bir Yunan dostumdan, söz konusu besteye dair dinlediğim anekdot beni çok etkilemişti.

Yönetmen, filmin müziğini Hatzidakis’in yapmasını istemiş.

“Gelin, filmi birlikte izleyelim” demiş.

Tam filmi izlerken içi geçmiş büyük müzik adamının.

On beş dakika kadar kestirmiş.

Uyandığında “Üstat, daldınız; isterseniz filmi yeniden başlatalım” demiş yönetmen.

“Gerek yok” demiş Hatzidakis, “İçimde besteyi yaptım bile.” 

Ve mırıldanmaya başlamış…

Yani söylenen o ki, rüyasında yapmış “Kayıp Rüyaların Valsi” (*)  adını verdiği o muhteşem besteyi Hatzidakis.

İşte 1961 yapımı filmin unutulmaz film müziği böyle ortaya çıkmış.


***


Hep “düşünmesi” öğütlenir insana.

“İyi düşün ha!”

“Aklını kullan oğlum!”

“Mantığına kulak ver!”

“Kafa yok mu sende?”

Vs…


***


Düşünmek elbette çok önemli, bunu yadsıyamayız.

İnsanı hayvandan ayıran en temel özellik, “düşünebilmesi.”

Ama insanı “insan” yapmaya yeter mi sadece düşünmek?

Yetmez.

En az düşünebilmek kadar önemli bir yeti daha var: “Hissedebilmek.”

İçten gelen o gizemli sese kulak vermek yani…


***


Düşünmek hata yapmasını önler insanın.

Ama hata yapmamak her zaman doğruyu yapmak mıdır?

Kişiden kişiye değişir doğru.

Ve yegâne ölçüt, kişinin kendi hayatı ve beklentileridir.

Ve insanın içinden gelen o ses söyler herkese kendi doğrusunu.

İnsanın en samimi düşünceleri içinde saklıdır.

Maskesiz, stratejisiz ve çıplaktır içten gelen o ses.

Naiftir, yapmacıksızdır.

Adı üzerinde, “içten” gelir o ses.

“İçtendir” yani…


***



“İçim almadı.”

“İçim elvermedi.”

“İçimden gelen bir ses bunun yanlış olduğunu söylüyor.”

“İçimden gelmedi.”

Bunlar da dilimize pelesenk ettiğimiz söz öbekleridir.

İnsanın usuyla içinin çelişmesini anlatır hepsi.

Düşünmeyi “olmaz olmaz” ve “yegâne kıstas” ilan eden yaklaşımlara inat.


***


Ruhun onayını almayan düşünce eğreti durur insanda.

Kabul etmeniz istenen ve kabullendiğiniz şeyler farklıysa…

Ya da düşüncenin sesi içten gelen sesle uyumlu değilse…

“Armoni” olmaz bunun adı.

Olsa olsa  “kakofoni”dir.

İnsan benliğinin üzerinde durduğu iki ayağın bir tanesi beyinse diğeri de ruhtur.

Beyin düşünür; ruh onaylar ve eyleme geçer.

Ruh onaylamazsa, fikir topallar.


***


Doğruları beyin tayin eder ama erdemler ruhun eseridir örneğin.

Beyin alternatifleri sunar size, içinizden gelen sestir onay veren.

Vicdan, hoşgörü, tolerans…

Şefkat, sevgi, sadakat…

Hep içimizde çağlayan nehrin damlalarıdır bu duygular.

Beyin “sen bir nehirsin, akacaksın” der.

Ama o nehrin nasıl akacağına ruhumuz karar verir.

Sağduyu belki doğruyu yanlıştan ayırmada rehberlik eder insana.

Ne kadar akılcı olursanız olun, çıplak bir sağduyu yavandır ama.

Düşünce siyahı ve beyazı tayin eder ancak.

Griye, içimizde karar veririz.


***


İnanmak, beynin zaferi midir ruhun mu?

Bir kanser hastasını hayatta tutan tıbba duyduğu güven midir yoksa yaşama duyduğu aşk mı?

Ya da bir koşucuyu birinciliğe taşıyan güç kaslarından mı gelir yoksa ruhundan mı?

“Deli gücü” diye adlandırılan şey ruhun şahlanışı değil midir aslında?

Çanakkale Savaşı’nı anımsayın, 215 kiloluk top mermisini omuzlayıp kaldıran Seyit Ali Onbaşı’yı…

Eğer beynine kulak verseydi “Ne yapıyorsun, insan bedeni bunu kaldıramaz, deneme bile” yanıtını alırdı.

Ama o, içindeki sese kulak verdiği için başardı.

Nitekim ertesi gün, fotoğrafı çekilmek istendiğinde yerinden bile oynatamadı savaşta omuzladığı top mermisini.

Daha bunun gibi insan beyninin açıklayamadığı o kadar çok mucize var ki.

Bunun adı inanmak işte.

Ki, inanmak insanın içinden gelen sese kulak vermesiyle başlıyor.


***  


Steve Jobs, 2005 yılında Stanford Üniversitesi’nin açılışında yaptığı konuşmada güzel bir öğüt verdi gençlere.

“Diğerlerinin seslerinin yaptığı gürültünün içinizdeki sesi duyulmaz hale getirmesine izin vermeyin” dedi.

Burada başarı kavramının sorgusu öne çıkıyor bence.

Nedir başarı?

Başarı “mutlu olmak”tır, değil mi?

Mutlu değilseniz ne kariyerinizin bir önemi kalır, ne de servetinizin.

Ve mutluluğun anahtarı da insanın içinde gizlidir.

İçinizden gelen o sestir, mutluluğun yankısı.

İçinden gelen sese kulak vermesi, insanın kendisiyle sohbete dalmasıdır adeta.

Kendisiyle sohbet edebildikçe tanır insan kendisini.

Hatalarını da, doğrularını da.

Ve kendisine dürüst olmayı öğrenir insan.

İçindeki sese kulak verdikçe.


***


“Kayıp Rüyaların Valsi” isimli bestesini rüyasında yapmış Hatzidakis.

İçinden gelen ses yerleştirmiş notaları yan yana.

Sol anahtarını ruhuyla eklemiş besteye.

Her şeyi beyinden beklemeyin, o sadece önermelerde bulunur.

Düşüncelerin sağlamasını yapan, içinizden gelen sestir.

İçinden gelen sese kulak verenlerin hayalleri olabilir ancak.

Aksi taktirde “kayıp rüyalarınızın valsi”ni yaparsınız ömrünüz boyunca.

Başkalarının çaldığı müzikler eşliğinde.

Ve başkalarının size dikte ettirdiği adımları atmak zorunda kalarak...


(*)Herhangi bir internet arama motoruna  "The Waltz Of Lost Dreams" yazarak Hatzidakis'in bu unutulmaz film müziğini dinleyebilirsiniz. Öneririm... 




YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...