google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

İnsan Sarrafı

İnsan sarrafı…

Yeni tanıştığı birisinin karakterini kısa sürede çöze(bile)nler için kullanırız bu benzetmeyi…

Teşbihin mantığı çok doğru aslında…

Kâğıt veya madeni paraları birbiriyle değiştirenleri, tahvil alışverişi yapanları tanımlamak için kullandığımız bir kelime sarraf…

Yani sarrafın uzmanlığı, değerli ile değersizi; orijinal ve sahteyi bir bakışta ayırt edebilmek…

İnsanın sarrafı olur mu, olabilir mi peki?

Bana kalırsa bu, hiç kimsenin tam anlamıyla sahip olamayacağı bir yeti…

Tıpkı bilgelik gibi…

Her şeyi bilmek nasıl imkânsızsa…

İnsanın "Sarrafı" olmak da mümkün değil bence…


***


İnsan beşer, kuldur şaşar…

Hata yapmak, insanın doğasında var.

Hele ki bu hatanın nesnesi ve öznesi insansa…

İnsanoğlu sosyal bir canlı…

Yalnız kalamamazlık yaradılışında var…

Sürekli iletişim halindeyiz birileriyle…

Kimileri, hayatımıza isteyerek soktuğumuz…

Kimileriyse tesadüfen yolumuzun kesiştiği insanlar…

Zaman zaman hatalar da yapıyoruz elbette, bu çok doğal…

Deneyimlerimiz, yaşadıklarımızdan çıkardığımız dersler bizi olgunlaştırıyor;  hata payımız azalıyor belki…

Ama insanlar hakkında hata yapma kapısı hep aralık kalıyor; asla tam kapanmıyor…

İnsanı “İki çarpı iki eşittir dört.” mantığıyla açıklamaya çalışsak da,  sağlamada çuvallıyoruz çoğu zaman…

Tamam, olması gereken dört…

Ama “üç”lere de çok sık rastlıyoruz, “beş”lere de…

Hal böyleyken “insan sarraflığı” iddiası da inandırıcılığını, geçerliliğini yitiriyor bence...

“İnsanları tanımak, denizleri bardak bardak boşaltmaktan daha zordur.” diyor Mevlana.

Kaldı ki insan kendisini tanımaktan acizken…

Kendisi hakkında bile tereddütler yaşarken…

Nasıl kalkıp da bir başkasını tanıdığını iddia edebilir?

Nasıl kalkıp da insan sarrafı olduğunu düşünebilir?


***


Sokak köpeklerinin bu bağlamdaki öngörülerini hayretle, hatta hayranlıkla müşahede ediyorum…

Yüzlerce, hatta belki de binlerce insan geçiyor gün içinde önlerinden…

Bu insan kalabalığının içinde tek tük bir iki kişiye takıyorlar kafayı…

İçgüdüsel bir koruma refleksiyle, havlayarak ürkütüp uzaklaştırmaya çalışıyorlar bulundukları bölgeden…

Ve dikkat edin ya kılık kıyafetiyle, ya davranışlarıyla “tekin biri” olmadığı hissini verenlere havlıyor sokak köpeği…

Ve hiç de yanılmıyor…

Bize doğru geldiğini hissettiğimizde, bizim bile gayri ihtiyari tedirginlik hissedeceğimiz, gardımızı alacağımız kimselere havlıyor…

Köpek, doğası gereği içgüdüleriyle hareket ediyor…

Ama insanoğlunda yok böyle bir yetenek…

Köpek hissediyor…

Bizse öngörüyor, tahmin ediyoruz…

Kimi zaman doğru çıksa da tahminlerimiz…

Birçok kez yanıldığımız da vaki oluyor…

Ne kadar tecrübeli olduğumuzu sansak da…

Tecrübelerimizden ders çıkarmış olduğumuza inansak da…


*** 


İnsanı, bir şeyler paylaşmadan, birlikte yaşamadan tanımak mümkün mü?

Çok zor bence…

Boşuna değil dilimizdeki “Kavun değil ki bu, dibini koklayasın” deyiminin mevcudiyeti.

Hatta bırakın önceden tanımayı, uzun yıllar birlikte olduğu kimseyi bile bazen hiç tanımadığı gerçeğiyle yüzleşmiyor mu insan?

“Koynumda yılan beslemişim” deyimi de boşa türetilmemiş....

Ay gibi hep bir yüzü karanlık insanoğlunun da.

Ve o karanlık yüzü saklama hususunda son derece mahir herkes…

Aslında hepimiz başlarda saklamıyor muyuz kendimizi?

Karşımızdaki insan(lar)a güven duymadan paylaşıyor muyuz “özel”imizi?

Peki, karanlıkta kalan yüzle yüzleşmedikçe mümkün mü bir insanı gerçekten tanımak?

Yıllarca flört ettikten sonra evlenen ama kısa bir süre sonra boşanan insanlar yok mu çevremizde?

O malum imzayı atıp o malum dört duvar arasına girmeden…

Cicim ayları son bulmadan…

Mümkün müdür eşlerin birbirlerini tam anlamıyla tanıması?

Sanmıyorum açıkçası…


***


İnsan sarrafı olmak imkânsız…

Ama yanılma payını aza indirgemek mümkün…

Ki bunda tecrübe çok önemli bir rol oynuyor…

Bir keresinde, gece yarısı, aracımla seyahat ederken trafik kontrolüne takıldım…

Polis durdurduğu tüm araçların sürücülerinden alkolmetreye üflemelerini istiyordu…

Sıra bana geldiğinde “Devam edin lütfen beyefendi” dediler.

Merak ettim, bana neden üfletmediklerini sordum…

“Biz şoförün yüzüne baktığımızda anlarız alkol alıp almadığını.” yanıtını verdi görevli polis memuru…

Gerçekten de, direksiyona geçeceğim için bir damla bile içki değmemişti o gün ağzıma…

Dededen esnaf bir dostum var…

Bir gün dükkânında ziyaret etmiştim.

Sohbet esnasında “Ben daha müşterinin dükkâna girişinden anlarım alıcı olup olmadığını.” iddiasında bulunmuştu.

“Hadi canım, yok artık.” dedim, inanmadım.

Bir oyun oynadık…

Müşteri içeri girdiğinde, eğer alıcı olduğuna inanıyorsa, kendisiyle ilgilenmeden önce bana göz kırpıyordu…

Bir saat kadar kaldım yanında, ne zaman göz kırptıysa gerçekten de satış yaptı dostum…

Haklı çıktı yani…

Tabii bu iki örnek insanı sadece bir yönüyle tanımak…

Ama deneyimin önemini ortaya koyuyor bence…

Bu arada insan tanımada çok farklı ortamlara girmenin farkı kimselerle birlikte olmanın önemli olduğuna inanıyorum…

Bu bağlamda şanslı addediyorum kendimi…

13 yılı sahada muhabir olarak geçen 33 yıllık gazetecilik geçmişimde girip çıkmadığım ortam, tanışmadığım kimse kalmadı.

İstisnasız,  uğurlusu uğursuzu, her kesimden insanla muhatap oldum gazeteci kimliğimle…

Sanırım hiçbir meslek sun(a)mazdı bana bu avantajı…

Yöneticilik kariyerimde de çok istifade ettim bu kazanımlarımdan…


***


İnsanları tanımayı sağlayacak çok farklı yöntemler önerilir hep…

Kimilerine göre insan en iyi yolculukta tanınır…

Kimilerine göre birlikte tatile gidildiğinde…

Kimilerine göre kumar oynarken…

Kimilerine göreyse içki masasında…

Her teori kendi içinde haklılık payına sahip…

Bir büyüğüm “İnsanın kişiliği para harcarken ortaya çıkar.”  demişti yıllar önce…

Hiç unutmam bu öğüdü…

Platon mesela “Bir insanı tanımak için bir saat oyun oynamak, bir yıl konuşmaktan daha etkilidir” diyor.

Bu da bir yöntem…

Goethe’ye göre insanı tanımak için onun nelere güldüğünü bilmek gerekirmiş…

Neden olmasın?

La Bruyere’in saptaması da bence çok doğru…

Şöyle diyor Fransız yazar: “Bir insanı tanımak istiyorsanız üst bir mevkiye geçirin.”

“İnsan, kişiliğini küçük şeylere olan tutumuyla belli eder.” savını ileri sürüyor Schopenhauer…

Çinlilerin de bu bağlamda çok sevdiğim bir sözü vardır…

“Gülerken göbeği oynamayan adamdan kork.” der Çinliler…

Bunun gibi daha birçok öneri işitmişsinizdir, eminim…


***


Herkesin bu amaçla kullandığı özel taktikleri, teknikleri var elbette…

Hepimiz insanları analiz ederken kendimize has bazı filtreler uyguluyoruz doğal olarak…

Misal ben; öfkeli halini görmediğim birisini tanıdığımı söyleyemem…

İki durumda otokontrolünü kaybeder insan...

Sarhoşken ve öfkelendiğinde…

Boşuna dememişler, “Sarhoşun söylediği, ayıkken düşündüğüdür.”

Öfkeli bir yüzde de maske durmaz…

Öfke anında tüm yaldızlar dökülür, insanın gerçek kimliği ortaya çıkar…

O yüzden öfke anına denk gelmediğim kimse hakkında nihai kararımı vermem…

Bir kriterim daha vardır örneğin…

Yüz okumak…

İnsanın karakterinin yüzüne yansıdığına inanırım ben.

Bakışlar, mimikler yeni tanıdığım bir insan hakkında ilk izlenimimin oluşmasında çok etkilidir.

Ama elbette bir yere kadar…


***


Amerikalı yazar Paul Auster insan tanıma hususunda farklı bir yaklaşımda bulunuyor…

“Artık,  insanları tanımak için çok uzun zaman harcamıyorum” diyor ünlü yazar ve ekliyor “Nasıl olsa onlar,  zamanı geldiğinde yaptıklarıyla kendilerini tanıtıyorlar.”

Bir açıdan haklı, çünkü hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalmıyor.

İnsanın kişiliği de buna dâhil.

Ancak o “zaman” geldiğinde bazen iş işten geçmiş olabiliyor.

Zamanı geri döndürmek mümkün değil…

Güvendiği birisinden yediği kazığın acısını ömür boyu içinde taşıyabiliyor insan…


***


İnsan tanıma sanatına dair yazılmış kitaplar var…

Ki evet, gerçekten de bir sanat bu aslında…

Ancak ben bu kitapların çok da önemli bir katkı sağlayacağı kanaatinde değilim.

Zira, bir formülü yok bence bunun.

Hata yaptıkça ve hatalarımızdan ders(ler) çıkardıkça artıyor deneyimimiz.

Tam anlamıyla insan sarrafı olamasak da, kısmen geliştirebiliyoruz kendimizi.

Asla yalnız kalamaz insan.

Birileri her zaman olacak hayatımızda, yanımızda.

Robinson Crusoe değiliz hiç birimiz, olamayız da…

Sonuç olarak....

Nietzche’nin de belirttiği gibi bizi öldür(e)meyen, güçlendiriyor.

Haklarından yanıldığımız insanlardan öğreniyoruz insan tanıma sanatını…

Asla ustası olamasak da, hep çırağı olarak kalsak da…
























YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...