google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Bize de mi lolo?

Bir dostumuz, herkese yutturmayı başardığı yalana bizi de inandırmak istediğinde tepki gösteririz.

Bu tepkinin bir ifadesidir “Bize de mi lolo?”

Merak edip araştırmıştım “lolo”nun ne anlama geldiğini.

Kelimeye ilham kaynağı olan öyküyü öğrendiğimde itiraf etmeliyim ki,  daha da bir hoşuma gitti bu “lolo” olayı…


***


Avukatın biri müvekkiline kendisini çok zorlu bir davadan kurtaracağının sözünü vermiş.

Ama bir şart öne sürmüş; dilsiz taklidi yapacakmış müvekkili.

Mahkemede hiç bir şekilde tek kelime dahi etmeyecekmiş.

İlk duruşmaya çıkmışlar, hâkim bir soru sormuş.

Yanıt vermiş bizimkisi “lolo, lolo, lolo”

“Yanıt versene oğlum” diye üstelemiş hâkim…

Yine “lolo, lolo, lolo” demiş sanık.

Koşulların istediği gibi geliştiğini gören avukat atılmış “Hâkim Bey, müvekkilim konuşamaz, kendisi sağır ve dilsizdir. Tüm soruları bana yöneltebilirsiniz.”

Hakimin tüm sorularını ustalıkla yanıtlayan avukat söz verdiği gibi kurtarmış müvekkilini…

Adliyenin merdivenlerinden inerken “Ben sözümü tuttum, seni beraat ettirdim. Eh haydi sen de ver artık şu vekâlet ücretimi.”demiş.

Adam avukatın yüzüne bakarak “lolo, lolo, lolo” demiş.

Üstelemiş avukat, hiç istifini bozmamış bizimkisi; “lolo, lolo, lolo…”

“Pes ” demiş avukatı, hadi mahkemede anladık da, ne yani “bize de mi lolo?”


***


Aptal yerine konmak kadar dokunmaz hiçbir şey insana…

Gözünün içine baka baka yalan söylendiğini bilmek…

Kanmamak ama kanmış gibi yapmak ya da…


***


Toplumun bizden beklediği davranış kalıpları vardır.

O kalıplara uygun davranırsak saygı görürüz ya da göreceğimizi sanırız…

Muteber insan oluruz, ya da olacağımızı zannederiz.

Kendimizin bile inanmadığı maskelerin arkasına saklanırız.

Düpedüz yalan söyleriz.

Çünkü La Rochefoucauld’un da söylediği gibi, farkına varmadan başkalarını aldatmak ne kadar güç ise, farkına varmadan kendini aldatmak o kadar kolaydır.

Kendimize saygın bir yer bulmaya çabalarken kendimize saygımızı yitiririz aslında…


***


Örneğin bir meşhur yalan daha vardır: “Çok yoğundum.”

Kabalıkları, ihmalkârlıkları hatta saygısızlıkları haklı çıkarmanın en güzel yöntemidir “yoğunluk bahanesi”

Batılıların güzel bir sözü vardır: “zamansızlıktan yakınma, kötü zaman yönetiminden yakın.” 

Yoğunluk(lar)  bahanedir, önceliklerdir aslolan…

Önceliklerini doğru belirleyen yoğunluktan dert yanmaz.

Ararsınız telefonunu açmaz; beklersiniz geri aramaz…

Bir şey yazar gönderirsiniz, yanıt vermez…

Arayacağım der, aramaz.

“Bir gün buluşalım” dersiniz, “mutlaka haber vereceğim” der ama gerçekleşmez asla o buluşma.

Neden diye sorduğunuzda  “Ay, çok yoğundum” yanıtını verir.

Yalandır…

“Unuttum” deme cesaretini gösteremeyiz…

“Yazmaya, aramaya üşendim, tembellik ettim" veya "içimden gelmedi" demeye yüzümüz tutmaz.

Çünkü ayıptır, saygısızlıktır, “öğretilen” değildir.

Ama öyle güzel icat edilmiş ki yoğunluk bahanesi…

Karşımızdaki yemese de bayılırız yoğunluk maskesinin arkasına saklanmaya…


***


Bu tarz topluma şirin görünme yalanlarını çoğaltmak mümkün.

Mesela adam bütün gece evinde abuk sabuk dizilerle zamanını öldürür ama sorsanız her gece belgesel izliyordur…

Çünkü belgesel izlemek “entel”liğin bir göstergesidir.

Bildiği tüm kelime haznesi “yes” ve “no”dan ibarettir ama sorsanız herkes İngilizce bilir.

Çünkü dil bilmek “kalite”yi yansıtır.

Bir kat yukarı çıkmak için bile asansörü bekler, yürümeyi bile sevmez “neden spor yapmıyorsun” dediğinizde "zamanım yok" yanıtını alırsınız.

Çünkü tembellik hoş karşılanmaz.

Baksanız, daha bayramın arife gününden tatile gideceği otelde rezervasyonu hazırdır ama büyüklerin, akrabaların ziyaretine gitmenin öneminden dem vurur sürekli.

Çünkü vefasızlık toplum tarafından ayıplanır.

Eleştirinin "e"sini bile hazmedemeyen, kendisinden farklı düşünenlere zerre kadar tahammül edemeyen siyasetçi "demokrasi" kelimesini dilinden bile düşürmez mesela...

Aslında kendisine ya da kendisi gibi düşünenlere demokrattır sadece...

Buna rağmen "demokrasiye inanıyormuş gibi" gösterir kendisini.

Herkesin kendisini böyle bilmesi işine gelir çünkü...


***


Yapmadıklarımızın, yapamadıklarımızın üzerine örtecek psikolojik savunma mekanizmaları üretmede çok başarılıyızdır.

Bu yüzden eksiklerimizi “mış” gibi yaparak” ya da başka kimliklere bürünerek kapatmaya çalışırız.

Başkalarını kandırdığımızı düşünürüz oysa sadece kendimizi kandırırız...

Ve bu uğurda “atış serbest”tir her zaman...


***


Ancak,  söz konusu “atmak” olduğunda hiçbir yalan “kitap okuma”nın önüne geçemez.

Hayatını yazmaya vakfetmiş birisi olarak belki de “Aşil’in topuğundan vurulduğu” anı temsil eder bu yalan…

Okuma oranımız yerlerde sürünür.

Kitap, gazete satış rakamlarımız ortadadır.

Ama ne tezattır ki, bu ülkede herkes boş vakitlerinde kitap okur!

Yarışmalarda sorarlar “Boş zamanlarda ne yaparsınız?”

Yanıt verir yarışmacı “Kitap okurum”

Sevgililer birbirlerini tanıma sürecinde sorarlar “Hobilerin nelerdir?”

Yanıt verir her ikisi de sözleşmişcesine “kitap okumak.”

Herkesin kitap okuduğunu iddia ettiği bir ülkede nedense kitap satışları yerlerde sürünür!”

“Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedirtecek bir paradokstur bu… 

Trajikomiktir...

Yalanın kuyruklusudur aslında…


***


Yo, okur aslında herkes;  ama whatsapp gruplarında yazılanları okur…

“Facebook” ta “selfie”sine yapılan yorumları okur, “twitter”da atılan sloganları okur…

Bunlara gün içinde her zaman vakit bulur örneğin…

Tuvalete bile cep telefonuyla girer, sosyal medya okur.

Ama kitap okumaz.

İtiraf edemez ama bunu, eh okumak önemlidir ya; herkes okuduğunu söyler.

Kimse çıkıp da dürüstçe “Ben okumayı sevmiyorum kardeşim” demez, diyemez!

Bedava kitap, dergi broşür bulduğunda atlar, koyar çantasına ama açıp okumaz.

Aynı yalanı öyle çok söyler ki artık inanmaya başlar ve bir de kalkıp kitap okumayanları eleştirir…

En çok da bu beni daha hayrete düşürür.

Anne baba bir kez bile evde eline kitap almamışsa çocuğuna nasıl “oku” der, okumuyorsa da hangi hakla eleştirir?

Sen örnek olamamışsan, ya da kötü örnek olduysan çocuğun suçu ne?


***


Haydi, eğitimden nasibini alamamış kesimleri bir kenara bırakalım…

En acısı “eğitimli” olanların dahi okumadığı gerçeğidir.

Misyonu toplumu aydınlatmak olanların okumaması en trajik olanıdır…

Bir yazarın, bir öğretmenin, bir sanatçının, bir siyasetçinin vs. okumaması kabul edilebilir mi?

Önce sen kendin “almazsan” “verebilir misin?” veya ne verebilirsin?

Ancak verdiğini sanırsın.

Veya kendini öyle göstermeye çalışırsın.


***


Başkalarını neyse de, dostlarını yalanlarla örülü suni saygınlıklar kazanma mücadelesi içinde görmek en çok dokunanıdır insana.

Yapmadıklarını yapıyormuş gibi gösteren, kendilerini olmadıkları birileri gibi lanse eden dostlar…

Çünkü bilirsiniz, tanırsınız onları.

Diğerlerini kandırmaları neyse de, sizi de kandırmaya çalıştıklarında aptal yerine konmanın isyanı kaplar içinizi.

Hele hele bir de akıllarınca kendilerini bizzat mensubu olduğu halde eleştirdiği kesimlerden soyutlayanlar yok mu?

Örneğin hiç kitap okumadığını bildiğiniz halde sözü aldıklarında insanları okumamakla eleştirenler yok mu?

Acı acı gülümserim ve dökülür dudaklarımdan o malum söz…

“Bize de mi lolo?”



YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...